yollar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yollar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2018 Salı

Yol - Ekonomik Kriz Bağlantısı


Bugün şöyle 150 kilometrelik mesafede bir yere gitmem gerekti. Gideceğim yönde bir otoyol vardı neyse ki. Bir buçuk saat kadar direksiyon sallamak hedefe ulaşmak için yeterli oluyor. Öyle acelem olmadığı için, biraz da gözden uzak yerlere mevzilenmiş radarlara yakalanmamak için, usul usul gidip, işimi hallettikten sonra da geri döndüm.

Yollar özellikle Roma zamanında çok önemli bir işlevi yerine getirmişti. Mallar bu yollardan geçerek kolayca yeni pazarlara ulaşmış, Bilgi de bu yollardan kaynağı olan doğudan yola çıkarak batıdaki cehaleti yenmiştir. Daha da önemlisi, yollar sayesinde pek çok yer ele geçirilmiş ve yönetilmiştir. Yollar sayesinde sadece insanlar, ordular, mallar değil, bilgi ve düşünceler de yolculuk yapabilmiştir. Oysa 300 kilometre gidip gelmeme rağmen, ben ve aracın yer değiştirmesinden başka bir şeyin olmaması can sıkıcı. Neyse ki yapmam gereken işlerimi halletmiş olmak yolculuğa bir anlam kazandırdı.

Felsefe neden uygarlığın temelidir?

Batı medeniyetinin temelleri doğuda atılmıştır. Klişe gibi dursa da "Işık doğudan yükselir" yani aydınlanmanın kaynağı doğudur, sözü bunu ifade eder. Anadolu, Çin, Hindistan, Arap Yarımadası, Mısır ve Afrika uygarlık aşamalarında bilginin yüceldiği ve bu günkü insanlık birikiminin temellerinin atıldığı yerlerdir. Aralarında etkileşimin olduğuna dair ipuçları tarih araştırmacılarının buluşları arasındadır. Felsefenin temellerini atan pek çok batılı düşünürün eğitimlerini Eski Mısırda aldığına dair bilgiler bulunmaktadır Platon bilimin merkezinde, Eski Mısır'da eğitim almıştır.

Milattan önce 427 yılında doğan Platon 20'li yaşlarında Socrates'in öğrencisi olmuştur. Zengin bir ailenin çocuğudur. Mısır'a gitmiş orada bu kadim uygarlığın bilgilerini öğrenme şansına kavuşmuştur. Geriye döndüğünde bilgi dağarcığını geleceğe kalacak bir esere çevirmeyi başarmıştır. Ölümsüzlüğün sırrını bulmuştur denilebilir. 2 kuşak öncenizde yaşamış bir aile ferdinizin ismini ancak e-devlet soy sorgulama özelliği sayesinde öğrenebilirken, onun adını hala dünyada yaşayan pek çok insan saygı ile anmaktadır. Bu ölümsüzlük değildir de nedir?

Biz yine yola dönelim. Zaman içerisinde göç yolları ile başlayan fikri hareketlilik, deniz yolları, kara yolları, hava yolları ile tüm yerküreye (Kesin bilgi: Dünya, Galile'nin de söylediği gibi yuvarlak evren ise Giordano Bruno'nun dediği gibi sonsuz. - Çapı 93 milyar ışık yılı) yayıldı. Günümüzde bu kadar gelişmiş yol ve iletişim ağına rağmen, bilginin tüm yerkürede yaygın ve kullanılabilir olması gerekmez mi? Günümüzde, İlkçağ ya da Ortaçağ ile karşılaştırıldığında bilgiye erişim nerede ise sınırsız. Böyle bir dünyada hala karanlık düşüncelerin olması hayret verici. İpe sapa gelmez deli saçmalıklarının ise somut gerçekler gibi ortaya atılıp tartışılması ise şaşırtıcı.

Üniversiteler Neden Özerk Olmalıdır?

Bir ülkede sayıca çok üniversite olması bir anlam ifade etmiyor. Şantiyede beden gücü gerektiren işlerde çalışan, üniversite mezunu çalışma arkadaşlarımız var. Demek ki, üniversiteler bir şeyi yanlış yapıyor. Üniversite İlk ve orta öğrenim (hadi lise diyelim) üzerine aslında hayata hazırlanmış bireye bir adım ötesine eğitim vermelidir. Üniversite bireye bilimsel düşünme yöntemini içselleştirme için yol gösterici olmalıdır. Düşünmeyi ve araştırmayı öğrenen birey bu altyapı sayesinde, geri kalan konularda kolayca ilerleyebilir. Sosyal bilimler, fen bilimleri ancak bilimsel düşünme yetisini elde eden bir bireyin bilgi üretmek için kullanabileceği donanımı sağlayabilir. Kapısında Üniversite yazan bir eğitim kurumu, eğer gelişmiş ve bilgi üreten ülkelerdeki benzerleri ile eşdeğer kabul edilmiyorsa verdiği diplomalar da değersiz ve kabul görmeyen kağıt parçaları olmaktan öteye gidemez. Bir ülkede ne kadar üniversite olduğundan çok, ne kadar bilim üretildiği önemlidir. Tabloid Gazetelerde yer alan İngiliz, İsviçre, Alman bilim insanları haberleri gibi başka ülkelerde de sizin üniversitelerinizde görev yapan bilim insanlarının her konuda yaptıkları araştırma sonuçları yayınlanmıyorsa, ülkedeki eğitim politikasından sorumlu olan insanlar durup, nerede yanlış yaptıklarını anlamak için düşünmeyi öğreten bir üniversiteden mezun olmalılardır.

Bilim Neden Önemlidir?

Bir ülke bilim üretmeden, bunlarla bağlantılı olarak teknoloji ağırlıklı üretim yapmadan, Dünya içerisinde dikkate değer bir yere gelemez. Propaganda balonları ile şişirilen görüntü ancak bir yere kadar sürdürülebilir. Ekonomi bir bilim dalıdır. Kuralları üç aşağı beş yukarı bellidir. Bu oyun ancak bu bilimin ışığında oynanırsa taşlar yerine oturur. Örneğin, propaganda ile veriler gözardı edilebilir, sözde bağımsız kuruluşlar müdahale edilmiş sonuçlar açıklayabilirler. Ancak sabunlanmış veriler dünya ekonomisinde sizin ülkenizin yerini hak ettiğinden farklı bir yere konumlandıramaz.

Yatırımcılar kredi alabilirliğinize bakarken, sizin ülkenizin bağımlı-bağımsız kuruluşlarına değil, dünyada kabul görmüş, kredi derecelendirme kuruluşlarının dediklerine kulak verir. "ÖzGoodies" diye bir kredi derecelendirme kuruluşu kursanız ve kendinize aa++ bir de yıldızlı 10 kredi notu verseniz bile, kimse ona bakmaz, yine kendi bildiği, güvendiği bağımsız kuruluşun verilerine bakar. Çünkü, para yönlendiren kuruluşların başlarında üniversitede iyi eğitim görmüş, bilimsel yöntemlerle düşünmeyi bilen, hani her iş ilanında çok lazımmış ya da gerçekten öyle birini arıyorlarmış gibi yazarlar ya: "analitik düşünebilen" kişiler vardır. Eğer kredibiliteniz azalmışsa, riskiniz artmış demektir. Bu da kredi alacak bankaların, girişimcilerin, devlet kuruluşlarının daha yüksek faiz ödemesini gerektirir. Yüksek faiz, ülke değerlerinin ve zenginliklerinin kaybedilmesi anlamına gelir. Mesela, bunun için üniversitelerinizde Adam Smith'in Ulusların Zenginliği kitabının ana fikrini anlatamamışsanız ekonomistleriniz aval aval sabunlama yöntemleri peşinde koşacaklardır. Bu sürdürülebilir bir ekonomi politikası değildir.

Adalet Mülkün Temelidir!

Önceki Cumhurbaşkanlarından Rahmetli Turgut Özal, konuşmaları yapmadan önce, özenli danışman editörler kullanmadığından sık sık irticalen konuşurdu. Oysa ki onun zamanında da Amerikan başkanları prompter kullanmadan konuşmamaya özen gösterirlerdi. Gözünden kaçmış olmalı. Yine böyle bir gün, ülkedeki liberalleşme hakkında konuşurken "Adalet Mülkün Temelidir", o mülk özel mülktür demişti. Büyük ihtimalle Hazreti Ömer tarafından söylenmiş olan (Söz Atatürk'e de ait olabilir ama doğru sözün kim tarafından söylendiğinden çok ifade ettiği anlamına bakmalıyız), mahkeme duvarında çok görebileceğiniz bu sözdeki mülk aslında Devlet, idare edilen ülke anlamındaydı. Yine de bir anlamıyla Özal haklıydı. Adalet mekanizmasının iyi işlemediği yerlerde girişimcilik, önemli bir risk ile karşı karşıyadır. Bir uyuşmazlık halinde adalet mekanizmasının hatalı işlemesi ihtimali, hem yerli, hem yabancı girişimci için bir ülkeyi yatırım açısından sorunlu hale getirir. Bu durumda yatırım yapacak çok paranız olması halinde riskinizi azaltmak ve belki de daha düşük maliyetle kredi bulmak için ülke dışına çıkmak daha rasyoneldir. Dolayısıyla adalet sisteminin evrensel doğrulara yakın işlemesi, ona güven duyulmasını ve ülke ekonomisinin güçlü olmasını sağlar. Büyük ekonomik sıkıntılarda para ve sahipleri güvenli limanlara sığınmak ihtiyacını biraz da bu yüzden duyarlar. Ömür kısa olsa da, mal canın yongasıdır. Ülke zenginlerinin yurt dışına çıkmalarını analiz ederken bu bakış açısı doğru değerlendirme yapmaya yardımcı olabilir.

Özgür düşünce ve bilim neden evrensel ahlak olmadan işe yaramaz?

Daha önce denenmiş ve hüsranla sonlanmış, İkinci Dünya Savaşına neden olmuş Almanya örneği ortada dururken, akılcı hiç bir ülke, öyle hayali söylemlerle yönetilemez. Benzer yanlış yöntemleri kullanarak doğru bir sonuca varmaya çalışmak sadece zaman ve emek kaybıdır. Hitler, yollar yapmıştır. Ancak o yollarda yolculuk eden halkın bilimsel sağduyu ve insancıl değerler ile hareket etmesinin önüne ket vurmuştur. Atom bombasının teknolojisine vakıf bilim insanlarının kullanabileceği bir bombayı hiç bir zaman Hitler'in hizmetine sunmamış olmaları bir rastlantı mıdır? Üstelik söz konusu olan o dönemin en değerli ve bilgili bilim insanlarına sahip olan ülke olan Almanya! Hani uzaya açılan yolun taşlarını hem ABD hem de Sovyetler Birliğinde mümkün kılan Alman bilim insanları. Atom bombasını yapanlar kimler mi? Robert Oppenheimer, David Bohm, Leo Szilard, Eugene Wigner, Otto Frisch, Rudolf Peierls, Felix Bloch, Niels Bohr, Emilio Segre, James Franck, Enrico Fermi, Klaus Fuchs ve Edward Teller. İçlerinde ne kadar da çok Alman soyadlı bilim insanı var değil mi? Bu rastlantı olabilir mi?  Ben pek öyle düşünmüyorum.

Yaa işte böyle. Cezayir'de bir otobanda giderken, böyle şeyler geçti aklımdan ben de sizlerle paylaştım.

27 Ocak 2018 Cumartesi

Dilaver İle Aziz'in Hayat Yolculuğu

Dilaver ve Aziz aynı iş yerinde çalışan iki arkadaştı. Büyük bir holdingin boya dağıtım şirketinin yöneticileri idiler. Görev icabı Niğde'ye gitmeleri gerektiğini öğrendikten bir gün sonra birlikte yola çıktılar. Onlara yolda ilkbaharın etkisinde uyanmakta olan doğanın güzellikleri eşlik etmekteydi. Son derece keyifli bir yolculuktu. Etrafa izleyerek yapılan, gündüz yolculuğu gibisi yoktu.

Aziz, Dilaver'in yöneticisiydi. Karizmatik bir yönetici olan Aziz çevresinde belirgin vücut dili ve kendinden emin tavırları ile saygı uyandırırdı. Dilaver de durumun bilincinde Aziz'e sevgi ve saygı duyardı. Aziz'e minnettar olmasında, iş yerinde Aziz'in ona iyi davranması ve yükselmesi için yüreklendirmesinin ve destek vermesinin etkisi büyüktü. Aralarında 27 yıl yaş farkı vardı. Yaş farkının ve aralarındaki yakınlığın da etkisiyle Dilaver, patrondan çok, bir baba gibi görürdü Aziz'i. Aziz evliydi ve bir kız çocuğu vardı. Eşi büyük bir şirkette finans müdürüydü ve alımlı bir kadındı. Mutlu bir aileydiler.

Dilaver evli, 3 çocuklu bir adamdı. 30'lu yaşlarında olmasına rağmen işinde geldiği noktadan memnundu. Eşini ve 3 oğlunu seviyordu. Çok isteseler de bir kızları olmamıştı. Oğlanlar da, evde ortalığın altına üstüne getirmelerine rağmen pek tatlıydılar. Sokaktan sahiplendikleri Maltese, Terrier kırması dişi köpek Dobiş, bir nebze olsun kız evlat hasretini gideriyordu. Küçük oğlu Tamer vermişti o garip ismi köpeğe. Ama "Dobiş!" deyince gözlerinin parlaması köpeğin de durumdan memnun olduğunu gösteriyordu.

Dilaver'in kendince bir dürüstlük anlayışı vardı. Özünde, yalan söylemenin kötü olduğunu düşünürdü. Bir de yalan söyleyen insanların çok iyi hafızaya sahip olmaları gerektiğini. Dolayısıyla kötü bir yalancı olmak yerine, sözü doğru, olabildiğince güvenilir biri olmayı tercih ediyordu.

Dürüst insanların işi aslında zordur. Siz ne kadar dürüst olsanız da çevrenizdekiler öyle olmadığında sizi de kendileri gibi varsayarlar. Böyle bir ortam, denizde yüzmeye çalışırken denizin dibinde hava solumaya çalışmak gibidir. İçinizdeki hava yettiğince dipte kalırsınız, sonra boğulmak ile suyun yüzeyine çıkmak arasında bir tercih yapmanız gerekecektir.

Dilaver, zeki biriydi. Toplumdaki bireyler ile karşılaştırıldığında normalin üzerinde bir zekaya sahipti. Ancak ancak yeterince akıllı mıydı? Zeka doğuştan gelir. Akıl ise hayat boyunca deneyim ve birikimlerle elde edilen, kişinin ömrü boyunca kazandığı bir olgudur. Aziz, hem zekası, hem aklı ile Dilaver'in çok daha ilerisindeydi. Hayat tecrübesinin bunda büyük etkisi vardı. Daha önce çalıştığı iş yerlerinde en sevdiği arkadaşlarından yediği kazıklar onu güçlü ama çevresindekilere mesafeli davranmaya yöneltmişti. "Kazık yiyeceksem, artık dostumdan olmasın bari" diye düşünürdü.

Bilgelik zeka, akıl ve ahlakın bileşkesidir. Evrensel ahlak, zarar vermeme üzerine inşa edilmiştir. Örneğin doğanın dengesine bilerek ve isteyerek zarar vermemek. Bir başkasını bilerek ve isteyerek kırmamak gibi.

Yine biz dönelim araç yolculuğuna: İstanbul'dan başlayıp Niğde'de son bulacak yolculuğun mesafesi uzundu. İster istemez laf lafı açıyordu. Dilaver futboldan pek haz etmediği için daha çok güncel siyaset ve olaylar üzerinden konuşuyorlardı. Ancak Dilaver'in felsefe sevgisi dönüp dolaşıp sözü düşünsel konulara getirdi. Varlığımızın nedeni, evrenin büyüklüğü, insanın bir küçücük fıçıcık, Dünya isimli toz parçası üzerinde enerjiden gelip, hayat bulması tüm hararetiyle Dilaver'in o yolculuktaki sohbet konularının büyük bölümünü oluşturuyordu. Aziz daha çok dünyevi işlerin adamıydı. Daha çok ayağı yere basan konularla ilgilenirdi. Mesela, boya pazarlama konusunda yeni fikirlerden bahsetseler, ya da yeni bir ortaklık için fikirler konuşulsa çok daha fazla ilgiyle dinlerdi ama gel gör ki, yol arkadaşı öyle maddi işlerle pek ilgilenmiyordu.

Bir ara yolda giderlerken ilerde yollarının üzerinde bir kaplumbağa gördüler. Dilaver heyecanla aman abi yoldaki kaplumbağaya dikkat et, ezmeyelim dedi. Aziz, "yok ben onu ortalarım, bir şey olmaz" dedi. "Aman abi dur" demeye kalmadan hayvanın üzerinden geçtiler. Aracın diferansiyelinin yere yakın kısmı üzerinden geçerken kabuğu kırdı. Çıkan çatırtı iç parçalayıcı gelmişti Dilaver'e. Zavallı kaplumbağa ise kanlar içinde kalmıştı. Morali bozulan Dilaver "abi dedim ama yaa..." diye geveledi. Aziz ise anlamsız bir şekilde sırıtırken, "aman canım, oldu işte, boş ver" karşılığını verdi.

Dilaver'in keyfi kaçmıştı. Geçen yaz, yine ikisi birlikte İstanbul'dan Ankara'ya giderken otoyolda yere konmuş olan Şahin geldi aklına. Onu da uzaktan gördüğünde "aman abi yavaşla, kuş kaçamayacak galiba" demişti. Zavallı kuş havalanmaya çalışırken 180'le giden araç, camının bitip, tavanının başladığı yer ile canını almıştı. Boşa giden iki can.

Aracın yol ve motor gürültüsü dışında ortam bir süre sessiz kalsa da, yarım saat sonra sohbet yeniden başladı.

Dilaver, yolda felsefi konular üzerine konuşup durdu. Bir ara, her nereden aklına geldiyse eşler arasında dürüstlüğün önemine getirdi sözü. Dilaver, ömür boyu tek eşliliğe inanıyordu. Eşlerin birbirine sadakatsizliğini, karşılıklı isteyerek verilmiş bir sözün tutulmaması olarak niteliyordu. Konuşmanın içinden coşkulu gelişinden olsa gerek, ağzından şu sözler döküldü. "Eşini aldatan, herkesi aldatabilir". Aslında ifade etmek istediği: Hayat arkadaşın olan ve pek çok şeyi paylaştığın bir insana yalan söylüyorsan, bunu herkese yapabileceğinin açık olduğuydu.

Aziz, "yok ama o kadar da değil canım!" diye cevapladı. Bir yandan da kafasında "acaba işyerindeki hatunlardan haberi mi var da, bana zarf atıyor bu çakal" düşüncesi dolanıyordu. Oysa Dilaver'in hiç bir şeyden haberi yoktu. Aziz o kadar ketum biriydi ki, böyle bir şeyi herhangi bir ortamda ağzından kaçırması mümkün değildi. Ancak, o paranoyak yapısı ve hayatta kimseye güvenilmeyeceği düşüncesi o anda yine galip gelmişti. Kafasının içerisinde yaşadığı küçük fırtınayı pek belli etmedi. Sonra da işle ilgili önemsiz şeylerden bahsederek sohbeti başka bir yöne çevirdi.

Aziz ile üç, beş yıl daha aynı iş yerinde çalıştı Dilaver. Bir kaç yıl sonra başka bir iş imkanı bulduğunda hemen değerlendirmesi konusunda destek veren Aziz'in tutumu fazla yardımsever gelse de, yeni işin cazibesi ve ortamın değişmesinin vereceği huzur nedeniyle başka bir işe geçti Dilaver. Yıllar birbirini böylece kovaladı.

Günlerden bir gün, eski iş arkadaşlarından Engin ve Serkan buluştukları bir kafede konuşurlarken Dilaver eski iş yerinde 2 yıl kadar önce beklenmedik bir anda toplu emeklilik dalgasının yaşanmış olduğundan bahsettiklerinde biraz şaşırdı. Aziz abisi ve bir kaç kadına topluca işten el çektirilmişti. Anlam veremediği için nedenini sordu. Serkan muzipçe güldü. "Ne yani, bilmiyor musun? Aziz o hanımlarla yıllarca gönül ilişkisi yaşamış. İçlerinden birini terk ettiğinde o kadın intikam için durumu büyük patrona anlatmış. Patron da toplam 5 çalışanın işine son verdi" dedi. "Tüh, üzüldüm, severdim Aziz abiyi de" dedi Dilaver. Engin, "oğlum amma safsın, adam senden şüphelenip büyük patrona size Dilaver mi söyledi yoksa bunları?" diye sesini yükselttiğinde kendi kulaklarımla duydum. Olayın aslı ortaya çıkana kadar hepimiz adama senin kumpas kurduğunu sanmıştık" diye ekledi. Dilaver, "ben bu durumu şimdi sizden öğreniyorum yahu" diyebildi. Serkan "o hoo, sen de amma safsın, gerçekten bilmiyor muydun? Kadınların Aziz'in etrafında pervane olmaları da mı, çekmemişti hiç dikkatini?" diye sordu. Biraz mahcup, "yok vallahi, haberim yoktu" diyebildi Dilaver. "Alem adamsın" diye kahkahayı bastı Serkan, Engin de ona katıldı. Ayıp olmasın diye Dilaver de yarım ağız gülüyordu ama bir yandan da o uzunca yolculukta söylediklerinin aklında gelip, gidişine engel olamıyordu. Eşini aldatan, herkesi aldatabilir.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Neden Basiret Sahibi Olmalıyız?


Geleceği görmek için falcı olmanıza gerek yok. Aslına bakarsanız falcıların da geleceği görebildiklerine ilişkin somut bir delil bulamazsınız. Mesela, piyango veya loto zengini bir falcı yoktur.

Peki ileriyi tahmin etmek o kadar zor mudur?


Cevap kısaca evet. Gelecek henüz gerçekleşmemiş olduğundan, gelecekte gerçekleşecek olaylara ilişkin sonsuz ihtimal bulunmaktadır. Bu durum bir öngörü yapmayı zorlaştırır.

Diğer yandan yaşadığımız gerçeklikte olasılık sayısını belirli sınırlar içerisinde tutup, azaltmak ve isabetli öngörülerde bulunmak imkansız değildir.

Uzağı görmek için sanıldığı gibi 6. hisse sahip olmanız gerekmez. İhtiyacınız olan; aklınızı ve edindiğiniz bilgileri doğru olarak değerlendirmek. Kısaca bilgelik ya da Aklı Hikmet.

Kısa giriş sonrası "Basiret" ile ilgili tanımı maddeler halinde yapalım.


1- Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği,
2- Uzağı görüş,
3- Seziş,
4- Anlayış,
5- Kavrayış,
6- Sağgörü (ölçülü görüş, uyanıklık doğru görüş),
7- Vizyon,
8- Doğru ile yanlışı ayırabilmeyi sağlayan yeti.

Basiret, teknik bir terim olarak pratik akıl olarak değerlendirilebilir.

İnsanlık tarihi boyunca kimilerince önemi erken dönemlerde anlaşılmış bir kavramdır. Aristoteles, "pratik akıl, her şey için geçerli olanı yaşamın içinden çıkaran bir akıldır" demiştir. 18. yy'da Kant da benzer görüşlerini açıklamıştır.

Aristoteles bu yetiyi “pratik bilgelik” ya da “basiret (prudence)” kavramlarıyla ele almıştır. Pratik bilimlerin metodu, insani eylemin ilke ya da nedenlerini keşfetmekten çok, onun fenomenlerini ortaya çıkartan bir analiz yöntemidir; çoğunlukla diyalektik bir incelemedir (1).

Plato’nun Symposium’unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak basiret, adalet, cesaret ve itidal gösterilmiştir. Aristoteles erdemleri ahlâki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlâki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali öne sürer (2).

Basiret, uzun bilgi birikimi ve bunları pratik hayata uygulamak yani içselleştirmek ile elde edilebilir. Elde tutabilmek için de devamlı çaba harcanması gereken bir erdemdir.

Basiret, sonsuz olasılıkların arasında en olası gerçeği görebilme yetisidir. Kumsalda kum tanelerinin arasındaki mikron boyutunda altın parçasının yerini öngörebilmektir. Böyle bir çıkarım, rastgele olarak da yapılabilir ama bu durumda doğru parçacığı bulma olasılığı son derece düşüktür. Bilgi birikimi size aradığınızı bulmada yardımcı olur. Dışarıdan bakan gözler, sihir gibi algılasa da soruların cevaplarını eliyle koymuş gibi ortaya çıkartabilmek için önemli bir bilgi birikimine sahip olmak ve uzun bir akıl yolculuğuna çıkmış, yol almış olmak gerekir.

Basiret güzel bir erdem olsa da ona yaklaştıkça diğer insanlardan, hatta en yakınlarınızdan bile uzaklaşmanız kaçınılmazdır. Çünkü basiretli olan kişilerin katettikleri yol diğerleri ile düşünsel açıdan uzaklaşmalarına neden olabilir. Bu konuda  Hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü alan Aziz Sancar şunları söylüyor. Nobeli aldıktan sonra eve gittim eşim: "Aziz çöpü dışarı çıkar" dedi.





Dipnotlar: 
(1) http://dusundurensozler.blogspot.com.tr/2008/04/aristoteleste-etik.html
(2) http://www.felsefetasi.org/etik/

20 Eylül 2010 Pazartesi

Yol Kazı, Asfaltlama Sezonu Açıldı

Malum bu hafta itibariyle okullar açıldı. İyi de Ankara'nın her yerinde yol kazılarının başlanmasının anlamı var mı? Alın Bahçelievler'de bizim yan sokakta Pazartesi sabahı 8:30 itibariyle ilk kepçe darbesi inerken çektim bu yukarıdaki kareyi.

Hafta sonu Eskişehir yolunda yapılan asfalt yenileme çalışması da süper zamanlamalıydı. Sanırım bu hafta o çalışma da devam edecek.

Şimdi soruyorum: Kardeşim, yaz boyunca neredeyse 60 gün süreniz vardı. Ankara Trafiği nispeten rahatken, neden yapmadınız bu çalışmaları da, şimdi ensemizde boza pişiriyorsunuz? Yazık değil mi fazladan trafikte kalınan her anda harcanan yakıta, kaybedilen zamana?

Kendimi bildim bileli  bu Bahçelievlerin sokakları kazılır kapatılır. Akıllı bir tek kazıda yolların altına dehlizler yapılsaydı şimdilerde rahat edebilirdik. Hala yapılabilir aslında ama kafa değişmedi. Kaz, kaz, kapat. Akıllı olun ne olur?

Simurg

Simurg, Zümrüd-ü Anka ya da Phoenix olarak isimlendirilen efsanevi kuşlar bana göre aynı adrese çıkan küçük farkları olan bir tür kültürel i...