hakikat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hakikat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2024 Salı

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma düğmesine basarsanız açılır. Bu bir gerçektir. Tabii kumandanın pili yoksa açılmaz ya da televizyon bozuksa açılmaz. Dolayısıyla gerçek de duruma göre farklı olabilir. Ancak gerçek kavramı söz konusu olduğunda somut ya da objektif bazı oluşlardan söz ediyor olduğumuz açıktır. 

3 Eylül 2023 Pazar

Mağara Alegorisi ve Kavanozdaki Beyin

Platon'un Mağara Alegorisi

Bir grup insan, doğumlarından itibaren bir mağaranın içinde zincirlerle bağlanmış olarak yaşamaktadır. Bu insanların yüzleri mağaranın duvarına dönüktür ve duvara yansıyan gölgeler onların görüp algılayabildikleri tek gerçektir. Mağaranın girişinde ise bir ateş yakılmıştır ve bu ateş, arkadan geçen nesnelerin gölgelerini duvara yansıtmaktadır. Mahkumlara göre dünya, görüp yorumladıkları ve bu nesnelerin ne olduğunu anlamaya çalıştıkları duvardaki gölgelerden ibarettir. Güvenli ve verileni kabul eden bu yaklaşım mahkumların hayatını kolaylaştırmaktadır.

22 Eylül 2021 Çarşamba

Nedensellik


Gazetelerin fal köşeleri vardır. Kimi okurlar, ilk olarak oraya bakar. O gün başına neler gelebilir? Günü iyi  mi, kötü mü geçecek diye anlamak için, günlük burç falı köşesini okumadan güne başlamazlar. Oysa gazetelerin yıldız falları genellikle işe yeni başlamış birileri tarafından tamamen işkembe-i kübradan atılarak yazılır. Yani, uydurmadır! Teknolojinin gelişmesiyle bu falları bir havuz içinden alıp, hazırlayan yazılım sistemleri de yapılmış olabilir. İşin özü, burç falı hiç bir gerçek nedene dayanmaksızın ve metotlarının gerçekliği tartışılır bir sistemdir. İnsanları 12 temel gruba ayırması, yani dünyada 7-8 milyar insanın 12 tipte olduğunu önermesi ile ilk duvara toslar. Gerçekleşme oranlarının istatistiği tutulmamıştır. Genelde yuvarlak ve her yöne çekilebilecek ifadeler içerir. Örneğin "bugün toplu para alabilirsiniz" gibi. Para gibi sürekli el değiştiren bir değişim aracı için ay başlarında yazılabilecek bir öngörüdür bu. Siz hiç piyangodan büyük ikramiye kazanmış bir burç falı yazarı gördünüz mü? Oysa, kelin merhemi olsa başına sürerdi. Kısaca burç falı uydurmadır. Çünkü gerçek olduğuna ilişkin hiç bir delil öne sürülemez. İnanlar ve bundan fayda sağlayanlar, "Neden böyledir?" sorusuna pek çok cevap sunabilir. Ancak bu cevapların hiç bir sağlam dayanağı yoktur.

Koçlar! harika bir haberim var!

-Bu gün aşkta şansınız açık!

- Neden?

- Çünkü ben, öyle olacağına dair sarsılmaz bir sezgiye sahibim! Bana öyle geliyor. Öyle olmalı!

12 saat sonra.

Berbat bir gündü. Kimse yüzüme bile bakmadı. 

- Hık, mık 

ya da:

Tüm gün herkesin gözü üzerimdeydi. 3'ünün telefonunu aldım.

- Bak gördün mü? Bana malum oluyor!

Zengin falcılar servetlerini fal bakarak yapıyor. Hiç biri borsa, çekiliş, piyango ya da kumardan kazanmadı servetini. Hala zihninizde bir aydınlanma olmadı mı? Olmadıysa sorun yok. Fal okumaya devam edebilirsiniz. Gerçekler mutlu eder diye bir kural yok.

Nedensiz bir şey olmaz. Bir olgu ile karşı karşıyaysanız bunun bir nedeni vardır. Mesela suyu yeterince ısıtırsanız kaynar ve buharlaşır. Isıtmak suyun kaynamasına nedendir.  

Basit sebep-sonuç ilişkisine güzel bir örnek de hemzemin geçitte bariyerler kapalı olmasına karşın geçmeye çalışan adamın aracına tren çarpmasıdır. Neyse ki sadece araç hurda olmuş. İşin garip yanı biraz sağ yapsa bariyer olmayan taraftan geçebilecekken, araçtan inip bariyeri eli ile kaldırmaya çalışıyor. Video linki: https://youtu.be/-806F20zbIY

Bir örnek daha. Eviniz temiz kalsın diye kapıdan girerken (hatta kimi apartmanın sokak kapısında) ayakkabılar çıkartılır. Ancak elinize gecen bir çöpü düşünmeden sokağa atmak normal gelir. Burada neden sonuç ilişkisi oldukça karışıktır. Zira sokak temiz olsa eve girerken ayakkabı çıkartmaya gerek kalmaz. Yine de eve toz girebilir. Bu eve ayakla taşınmayan toz değil ise neden eve toz girmektedir. Afrika'da Sahra Çölünde oluşan fırtına ile havaya kalkıp, evinize kadar gelen toz bunun nedeni olabilir. Oysa aynı toz Avrupa'ya da giderken nasıl olur da onların evlerinde, sokaklarında toz olmaz? Bunu da Fiziki haritalara bakarak anlayabilirsiniz. Ülkemize göre çok daha yeşil olan Avrupa ülkelerinde bu toz büyük oranda ormanlar tarafından filtrelenir. Bu basitleştirilmiş bir neden sonuç ağının anlatımı için bir örnek. Pek çok neden sonuç ilişkisi çok daha karmaşık olabilir. Karmaşık neden sonuç ilişkileri ile yoğrulmuş bir durumu anlamak yerine akıl dışı bir yöntemle açıklamak kolaycılıktır. Örneğin "Dünya, evrenin merkezidir" gibi. Gerçek ise çok daha karışıktır ama gözlemlenemez, açıklanamaz ve anlaşılamaz değildir.

En basit anlamıyla "yalan" yalandır. Örneğin: ben, "istediğim zaman rüzgar estirebiliyorum, hatta fırtına bile çıkartabiliyorum" değimde, verilebilecek karşılık "hadi yap da görelim!"dir. Rüzgar estirebildiğimi söyleyip duruyorsam ve estiremiyorsam, bu yalandır. Bunu ne kadar tekrarlarsam tekrarlayayım, rüzgar estiremem. Ancak çok tekrar ettiğimde insanların bir kısmı bu kadar tekrar edilen bir şeye "acaba mı?" diye yaklaşabileceklerdir. İnsanın bir kurgu ile olguyu ayırt edememesi yapısal sorundan mı kaynaklanmaktadır?

Olgu ve Kurgu ayrımı yapabilmek önemlidir. 

Nedensellik şöyle tanımlanabilir. "Aynı neden aynı sonuca yol açtığına göre neden–sonuç bağlantısı kesin ve değişmezdir. Bu anlamda evrendeki tüm olay ve oluşlar, kesin, değişmez ve öngörülebilirdir. Diğer bir anlatımla evren, gözlemcinin ya da deney yapanın iradesinden bağımsızdır(1)."

David Hume, Nedensellik ilkesinin zihinde belli olayların birleşikliğinin sürekli deneyim edilmesiyle oluştuğunu (2) belirtmiştir.

Eğer kendimizi eğitmemişsek, yaşantımızda bu gibi kavramsal tökezlemeler yaşayabiliriz. Ancak toplumun geneli kendisine paket olarak verilen kuralları olduğu gibi kabul etmek kolaycılığına gider. Gerçeklikle ilgisi olmayan kimi kabullerin fazlalığı bir toplumun ileriliği ile ters orantılıdır. Bu bir tür toplumsal nedensizliktir. Diyebiliriz.

Sözün özü her şeyin bir nedeni vardır. Kimini anlamasak da açıklayamasak da bu bir gün açıklanmayacakları ve anlaşılmayacakları anlamına gelmez.


1- Nedensellik Vikipedia, https://www.wikiwand.com/tr/Nedensellik

2- Örsan K. Öymen, Tanrı Var Mıdır? - Tanrı Üzerine Sorgulayıcı Düşünceler. 5. Baskı Şubat 2021

12 Şubat 2020 Çarşamba

Kişisel Gelişim Reçeteleri Neden İşe Yaramaz.


Aslında kişisel gelişim ile ilgili reçeteler işe yarayabilir, tabi bünyeye uyan, doğru ilaç verilirse!
"E o zaman neden öyle başlık atıyorsun?" Diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışayım.
Doktora gittiğinizde önce hastalığınızın ne olduğunu anlamak için sizden şikayetlerinizi dinler. Sonra şüphelendiği hastalıklara ilişkin incelemeler (tetkik) ve tahliller ister. Gelen sonuçlara göre hastalığınızı tanımlar ve ona göre gereken tedaviyi size anlatır, ilaçlarınızı yazar. Büyük ihtimalle teşhis doğru olur ve tedavisi bulunuyorsa, siz de doktorunuzun tavsiyelerine uyarak tedavinizi olur ve iyileşirsiniz.
Geri planda doktorunuzun yıllar boyu süren, hatta devam eden eğitimi ve tecrübesi vardır. Zaten bu yüzden tedavisi 50-100 liralık ilaçlarla yapılabilen bir hastalık için yüksek bir muayene bedeli ödersiniz. Aslında ödediğiniz kısım, yıllardır süren eğitim ve deneyimden sizin payınıza düşen bedeldir.

Kişisel Gelişim için Ayrılacak Bütçe Ne Kadar Olmalı?

Kişisel gelişim kitapları ya da danışmanlıklara yönelirken bu örnek çok işinize yarayabilir. Zira siz rahatsız eden hastalık gibi kişisel gelişim ile iyileştirmek istediğiniz yönlerinizin neler olduğunu bilmeniz ve o yönlerdeki eksiklikleri gidermeniz ile kendinizi geliştirebilirsiniz. Örneğin, eğer yıllardır pek kitap okumuyorsanız, kitapçıların kişisel gelişim raflarındaki kitapları gelişi güzel alıp okuyun: Kelime hazineniz gelişir. Daha kolay yazı yazabilirsiniz. Biraz dikkatli okursanız yazım kurallarında yaptığınız hatalarınız düzelir. İşten geldiğinizde yarım saat kadar okuduğunuz kitaplar stresinizi atmanıza yardımcı olur. Konuşurken daha renkli ve dinlenebilir cümleler kurabilirsiniz. Ancak bunu diğer kitapları okuyarak da yapabilirsiniz. Oysa kitapçıdaki kişisel gelişim kitabı raflarına bunun için gitmemiş olabilirsiniz. Yan etkisi faydalı olur, fena mı?
Kişisel gelişimin etkili olması ve işe yaraması için ne gibi konularda gelişime ihtiyaç duyduğunuzu saptamanız gerekir. Her mesleğin, her işin kendine göre ihtiyaç duyduğu belirli özellikleri vardır. Yani eğer işinizde gelişmek istiyorsanız işinizin gereklerinin neler olduğunu bilmeniz gerekir. O işin gerektirdiği çalışan yetkinliklerinin neler olduğunu bilmeniz gerekir. Eğer hasbelkader bir işe girmemişseniz bu yukarıda sayılanlar büyük ölçüde zaten sahip olduğunuz yetkinlikler ve özellikler ile örtüştüğünden oradasınızdır. Bu durumda, hedef aldığınız kariyer basamaklarını adım adım çıkmak için eksiklerinizi tamamlamanız gerekir. İş ile ilgili kişisel gelişim ihtiyaçlarınızı eksiklerinize bakarak tamamlayabilirsiniz. Zaten meslek içi eğitim ile işvereniniz size kariyerinizle ilgili gelişme fırsatlarını sunmalıdır. Zira insanlar yaşlanır ve bir süre sonra istenen iş performansını sürdüremezler. İşin sürdürülmesi için gidenlerin yerlerinin doldurulması, gideceklerin de yedeklerinin hazırlanması gerekir. Aynı zamanda ilerleyen yaşlardaki çalışanlardan daha iyi verim alabilmenin yollarını da aramak işin yöneticisinin önemli bir sorumluluğudur.
Bunların ötesinde, ilgili mesleki alanlarda kendinizi geliştirmek standart gelişmenin ötesine geçerek diğerlerine göre avantaj kazanmanıza yol açabilir.
Kişisel gelişim için ayıracağınız birikim, öncelikle bütçenizi sarsmayacak kadar olmalıdır. Unutulmaması gereken, sizin cebinizdeki paranın kabul edilebilir bir miktarda azalırken başkalarının da sebepsiz zenginleşme düzeyine çıkmayacak kadar bundan pay almalarının makul olduğudur.

Görsel bu adresten alınmıştır.

Kültürel Gelişim

Kültür insanın gelişimini en çok etkileyen çevresel faktördür. Doğduğunuz ve büyüdüğünüz yerin kültürü sizin nasıl biri olacağınızı büyük ölçüde etkiler. Kültüre uyum sağlarız. Örneğin farklı bir ülkeye ve kültüre maruz kaldığımızda ona uyum sağlarız. Kim olduğumuzu etkiler ama tamamen değil tabi. Kültüre uyum sağladığımız gibi onu değiştirip geliştirebiliriz de. Yani kültürel etkileşim çift yönlüdür.
Maslow'un ihtiyaçlar piramidi teorisi ilginçtir.
1- Fiziksel ihtiyaçlar,
2- Güvenlik ihtiyacı,
3- Sevgi. ait olma ihtiyacı,
4- Saygı görme ihtiyacı,
gibi evreler tamamlanmadan ya da bu evrelerde eksikler bulunması halinde kendini gerçekleştirme denilen en üst seviyedeki kişisel gelişimin doruk bölümü gerektiği gibi gerçekleşmez. Bu beş aşama aslında insanı uygar yapan bir sürecin yol haritasıdır.

Toplum ilerleyebilmek için kültürel yapısını iyileştirmeyi sürdürülebilir kılmalıdır. Bu nedenle toplumdaki bireylerin yukarıda sözü edilen ihtiyaçlarının karşılanması bu yapılırken de bireylerin etkin olarak bu ihtiyaçları karşılamak için çalışması gereklidir. Zira toplum bireye balık vermemeli onu tutmasını yada yetiştirmesinin yollarını göstermelidir. Böylece bireyler gerektiğinde ve kaybedildiğinde tekrar kendi kendine bu ihtiyaçlarını sağlayabilecek yetkinliğe erişmelidir. Toplumdaki tüm bireyler kişisel gelişimlerini gerçekleştirmeli ve sürekli olarak daha iyiye erişmek için çaba göstermelidir. Bu gelişme diğerleri için mutsuz edici değil, yüreklendirici olmalıdır.

Düşünsel Gelişim

Albert Camus eserlerinde -La Chute (Düşüş) ve L'Homme Revolte (Başkaldıran İnsan), La Peste (Veba)- düşünsel gelişimi iki döneme ayırmıştır. Birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı ve dolayısıyla saçma kavramı üzerinden durmuştur. İkinci dönemde ise bu saçmalığa karşı: Dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak için neler yapılması gerektiği üzerinde durmuştur. Buradan yola çıkarak düşünsel gelişimin kişi için önemli olduğunu ileri sürebiliriz. Zira toplumun bireylerinin düşünsel açıdan gelişmesi nihai anlamda toplumun daha iyiye doğru gidebilmesini sağlayabilir. Camus dünyanın saçmalığını bile bile kötülüklere karşı çıkmanın bir gereklilik olduğunu dile getirmiştir.

Kendini geliştirmeye çalışmak bu anlamsız ve sonlu dünyada bir başkaldırıdır. Olanı değiştirmek ve daha iyisine ulaşmak için bir savaştır. Önderi ise siz olabilirsiniz bir Kuantum Yaşam Koçu değil.

Gerçekten her şey çok saçma ve anlamsız bile olsa mevcut durumumuzu içinden çıkılmaz hala getiren kötülükler ve kötü insanları hiç bir şey yapmadan kabullenmek çok aciz bir durumdur. Kötülüğü düşünsel gelişim için çaba göstererek yenebiliriz. Hiç yoktan azaltabilsek bile bu önemli bir gelişme olur.

Kişisel gelişim de kulağa saçma gelebilir. Çünkü saçma bir dünyada amaçsız bir yolculuk gibi algılanabilir. Kısmen doğru olabilir. Örneğin kendimi geliştireyim derken, ne olduğu belli olmamakla birlikte CV'lerine "Kuantum Yaşam Koçu" gibi ihtişamlı unvanlar yazmış insanların potalarında erime tehlikesi de vardır.

Yaşam yolu uzun bir macera da olabilir, iki kapılı, 10 metrekarelik bir oda da. Önemli olan, ona bizim katacağımız anlamdır. Uzun bir yolda hakikati aramak ya da boş verip, hazır bir reçeteye güvenmek arasında bir seçim yapmak bize kalmıştır.

Hangisini seçersiniz?

-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.



-------------------------------


11 Ekim 2019 Cuma

Gerçek Algımız Güvenilir mi?

Algıladığımız dış dünya beynimizin duyu organlarından aldığı verilerle yeniden oluşturduğu bir tür canlandırma. 

Dış dünyanın simülasyonunu izleyip, tepkilerimizi ve hareket yöntemimizi belirliyoruz.
Örneğin gözlerimiz bir görüntüyü optik olarak sinirlere ulaştırıyor. Bu görüntü küçük elektrik sinyalleri olarak beyne iletiliyor. Beynin pek çok bölgesi görme için belli işlevlere sahip. Refleks gerektiren bir durum söz konusu ise ani kaçınmayı gerektirecek kadar bilgi hızla işlenip, kaçınma refleksi için bilgi anında değerlendiriliyor. Hızla gelen bir sinek ya da taş karşısında ani bir kaçış ya da göz kapağını kapatma gibi. Ancak daha detaylı bir görüş için daha gelişmiş bir algılama prosedürü başka beyin bölgelerinde gerçekleşir. 57-70 metre uzaklıktan bir tanıdığımızı görüp, kim olduğunu çıkartmak düşündüğünüzden daha karmaşık olabilir. Sadece gördüğünüz görüntüyü algılamak yetmez, beyniniz anılardaki görüntüler ile karşılaştırıp, bir tanıma işlemi gerçekleştirir. Bu günümüzde bilgisayar sistemlerinin gerçekleştirdiği yüz tanıma işleminden daha karışıktır. Zira tanıdığınızı arkadan, kafa yapısından, saçının görünümünden, boyundan, yürüyüş şeklinden (örneğin aksamasından), giysilerinden karma bir şekilde algılayıp tanıyabiliriz. Tabi yanılma payı her zaman var :)
Peki, gözün retina bölgesine düşen, dış dünyanın ters görüntüsü nasıl olup da düzelir? Gözlerin kör noktaları olsa da bu her iki gözden alınan verilerin işlenmesi ile tamamlanır ve eksiksiz bir görme sağlanır. Yine hızla yaklaşan bir aracın yaklaşık ne sürede sizin bulunduğunuz yere ulaşabileceğini anlayabiliriz. Bütün bu karmaşık işlemleri nasıl olup da son derece kısa bir sürede gerçekleştirebiliyoruz? Bu sinir bilimin ilgilendiği bir alan. Tam olarak nasıl olduğu konusu hakkında kesin bir cevap yok. Ancak beynin 30 kadar bölgesinin bu işle ilgili olduğu düşünülüyor. Aynı zamanda dış dünyanın gözlerimizin retinasına düşüp bu bilgiyi algılayan hücrelerin kendi algıladıkları veriyi beyne iletmeleri bu bilginin bir görüntü olarak işlenip yeniden oluşturulması sırasında bir miktar zaman geçiyor. Oysa gözünüze doğru yaklaşan bir sinek fark edildiği anda beyin kısayolları kullanarak göz kapağını anında kapatıyor (tamam, genellikle gözümüze kaçıyor o gariban sinekler ama bazen de işe yarıyor ve hem sinek hem de gözümüz kurtulabiliyor). Bu kısım kısa süreli bir etki tepki durumu. Oysa iki gözümüzden gelen 3 boyutlu algılanan ve beynimizin kim bilir hangi bölgelerinin birlikte çalışmasıyla yeniden oluşturulan dış dünya görüntüsü bir miktar gecikme ile algılanmış oluyor. Oysa refleks ile değil de sıradan hayatımızı sürdürürken yaptıklarımız bu tür gecikmelere tahammül edemez. Örneğin kahvenizi almak için uzandığınızda beyniniz bahsettiğim simülasyonu mili saniyelik gecikmelerle bile yapsa kahveye uzanırken çarpıp dökebilirsiniz (tamam kazara ben de arada çarpıp döküyorum ama bu genele yayılamaz, endişe etmeyin).

sakarlık

Beynimizin görüntüyü anlayabilmek ve değerlendirmek için yeniden oluştururken bir miktar geciktiği ancak, hayatta kalmaya çalışan bir organizmanın böyle bir gecikmeden ölümcül olarak etkilenebileceği düşünülebilir. Zira sadece insan beyninden söz etmiyoruz burada. Bizimle birlikte evrim geçirmiş tüm canlıların beyinlerinde benzeri mekanizmalar bulunabilir. Görüntüyü yeniden yaratacağım derken, meydana gelen bir gecikme tonla aksaklığa sebep olabilir. Kimi bilim insanları bu durumun beyinde bir tür zaman makinesi ile çözüldüğünü öne sürmektedirler. Öyle bir telafi mekanizması düşünün ki, beyin yaklaşan trenin yanınıza ulaşması için gereken zamanı tam olarak hesaplasın ve aynı anda gecikme nedeniyle olduğu yerden daha geride bulunan tren görüntüsünü tam olarak o anda gerçekten bulunduğu yerde oluştursun. Bilim insanları bu durumu çözdüklerinde beynimizin çalışma mekanizmasını daha iyi anlayacağız. Olanın bitenin beynimizde yeniden canlandırılması ise son derece ilginç ve çekici. Gerçeği olduğu gibi mi algılıyoruz sorusunu gündeme getiriyor.
Hep göz ve görme üzerinden örnekler vermiş olsam da, tüm duyu organlarımızın benzer şekilde aldığı sinyalleri beyne ilettikleri ve bu sinyallerden yola çıkan beynin dış dünyayı algılamak ve simülasyonunu oluşturmak için bu sinyalleri kullandığı düşünülebilir.

Gerçeği yeniden oluşturmak ve onu algılayabilmek için yeniden yaratmak nasıl bir şey?

Tıpkı uzaktan kumandalı bir dronu kameradan gelen görüntülere bakarak uçurmak gibi. Orada dronun içinde olmamakla birlikte oradaymış gibi tepkiler verebiliyoruz. Adeta, bilincimiz o dronla birlikte vücudumuzdan uzaklara taşınmış oluyor.
Belki de bu, gerçek anlamda bir vücut dışı deneyim olarak nitelendirilebilir. Astral seyahat gibi değil üstelik, biraz eğitimle herkes bir dronla vücudunun dışında bir yerlere uçabilir.

Asıl dikkat çekmek istediğim şu: Eğer beynimiz dış dünyayı algılayıp, yeniden bir simülasyon oluşturup, dış dünyanın karmaşıklığını daha anlaşılır kılıyorsa, hakikat dediğimiz şey de gerçeğin kendisi değil de aslında bir tür simülasyonu olacaktır.
Tüm beyinler aşağı yukarı birbirine benzediği için simülasyonların da birbirine benzeyeceğini öngörebiliriz. Ancak yine de küçük yorum farklarının olması beklenebilir. Bu nedenle hakikat için objektif bir anlayış geliştirmek mümkün olmayabilir.


Akıl Hastalıkları

Gerçekler ile bağlantının kopması gibi sonuçları olan kimi akıl hastalıkları bu yaklaşımla daha kolay anlaşılabilir. Dış dünya algısı eğer bir tür simülasyon ve yorumsa bu işlemler sırasında beynin bir bölümü bozuk olduğu için gerçek algısını yanıltacak bir takım değişikliklere neden olabilir. Kaynağı belli olmayan görüntüler, sesler duymak. Var olmayan kişiler görmek, onlarla iletişim kurmak gibi gerçekte olmayan durumlar hakikatmiş gibi algılanabilir. Çevrenizde bu durumu fark eden birileri bulunmuyorsa ve bir şeyler yapmazlarsa böyle bir durumdan nasıl çıkılabilir?

Belki de bu yüzden bir mutlak hakikat algısı geliştirmek düşündüğümüzden daha zordur.

Peki hakikat nedir?

Bu konuda gerçek ve hakikat'in kelime anlamı olarak birbirini tam örtmediğini düşünen kimi yazarlar vardır. Örneğin bir nesnenin diyelim ki bir kahve kupasının varlığı bir gerçek iken. Onun zihnimizde canlandırdığımız (yukarıdaki anlatımla bağlantılı olarak simülasyonu) hali ise hakikattir.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!


Mutluluk Saçan Işık: 
Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.



-------------------------------
Bu düşünceye göre gerçek insan bilincinden bağımsız mutlak olan bir kavramdır. Ancak diğer taraftan insan bilincinden bağımsız olarak gerçeği nasıl kavrayabiliriz ki? Dış dünyadan gelen her türlü bilgi bilincimiz tarafından bir işleme tabi tutulur. Ayrıca bizim var olmamız demek, bilincimizin var olması demektir. Zira varlığımızın ve evrenin varlığının ancak bilincimiz sayesinde fark edebiliriz. Bilincimiz yok olduğunda gerçek maddesel varlığımız hala bulunsa da bilincimizin algıladığı hakikat artık yoktur. Ancak bu durum görelidir. Bizim için hakikat olmayan ama gerçek olarak yerinde duran kahve bardağı başka gözlemcilerin işe dahil olması durumunda her birinin kendi hakikatine dönüşecektir. Dil bilim olarak aynı olan kavramı ifade eden, biri Türkçe, diğeri Arapça kökenli ve aynı anlamlı iki sözcüğü bu şekilde anlam farklılaşmasına tabi tutmak, kavramları açıklamaya çalışırken işi kolaylaştırıyor gibi görünebilir. Ancak en güvenilir bilim insanlarının bu durumu ve algımızın tam olarak nasıl çalıştığını anlamaları ile olabilir. Felsefi açıdan, üçüncü bir kavram belki bilim adamları sayesinde ispatlanabilir. O kavram ise Doğru kavramıdır. "Doğru" var olan bir kahve kupasının hem gerçekte hem de beynimiz tarafından algılanan hali ile birbirinin aynı olmasıdır.

Hakikat hepimiz için aynı şeyi mi ifade eder?

Fredrich Nietzsche İyinin ve Kötünün Ötesinde isimli kitabında "ahlâk filozoflarının pek çoğu, yüreğin süzgecinden geçirilmiş ve soyutlanmış bir arzunun gerekçelendirmesini bize sunarlar. Diğer bir değişle bu filozoflar kişisel olmayan mantıksal akıl yürütmenin işe karıştığı karmaşık analizleri ortaya koyar gibi görünür, fakat en sonunda kendilerinde mevcut olan önyargıların doğru olduğunu göstermeye çalışırlar (*).
Dolayısıyla gerçek olarak tanımlayabileceğimiz örneğin bir erik meyvesini nasıl algıladığımıza ilişkin durum söz konusu olduğunda hakikat durumundaki erik hepimize göre farklı olabilir. Bu hakikat durumu farklı olarak algılansa da onu bir başkası ile paylaştığımızda durum farklılaşabilir. Biz eriğin olgunluğu üzerine yoğunlaşmışken. Bir başkası kabuğunun parlaklığı, bir diğeri ise üzerindeki kurt deliğine dikkatimizi çekebilir. Beyinlerimiz birlikte çalıştığında hakikat algımız bu şekilde değişebilir. Aynı durum soyut kavramlar için de geçerlidir. Üstelik soyut kavramlar gerçeklik gibi gözümüzün önünde de durmaz. Yine de birlikte düşünmek ve araştırmak tek olarak bunu yapmaya çalışmaktan daha zengin sonuçlar verebilir.
Bir kavram karşısında ne kadar çok düşünürsek ve araştırırsak araştıralım, bu durum bir başkasının daha öncekilerden hiç birinin düşünemediği bir hakikate parmak basana kadar sürer.
-----

Benzer yazılarım da ilginizi çekebilir.


Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Yaşadığımız Gerçeklik Simülasyon mu?

(*) Nigel Warburton, Felsefeye giriş s.79-80

26 Nisan 2019 Cuma

Bilimsel Düşünce Neden Önemlidir?

İnsanın beyni harikadır. Sadece kendini ve çevresini anlamakla kalmaz. Var olmayan nesneleri, düş ürünü canlıları, yerleri, paralel evrenleri soyut olarak düşünebilir. Dahası soyut kavramları kkendi içinde taklit edebilir (simülasyon). Bunları diğer insanlara aktarabilir. Düşlemek eylemi yaratıcılığın ve yeni teknolojilerin öncülü olmuştur.

Albert Einstein "Yaratıcılık bulaşıcıdır." demiştir. Sadece teorik fizikçi değil, aynı zamanda bir düşünür olduğunu gösteren pek çok düşüncesi günümüze gelmiştir. Bu söz insanların birbirinden daha ilginç fikirler ve ürünler üretebildiğinin göstergelerinden biridir. En basitinden insan, "Başkaları yapabiliyorsa ben neden yapmayayım?" diye sorarak yaratıcı bir akıl durumuna geçebilir. Değişmez yazgıcı, verilenle yetinen, sorgulamayan zihinlerin ise bu zincirleri kırabilecek bir devinime ihtiyaçları var.


Karen Armstrong, Tanrı'nın Tarihi isimli kitabında Yahudilik, Hristiyanlık ve bunlar kadar olmasa da Müslümanlığın kişiselleştirilmiş bir Tanrı düşüncesini geliştirdiklerini söyler ve ekler "... kişilik sahibi bir Tanrı tehlikeli olabilir. Bizi sınırlarımızın dışına çekmek yerine memnuniyetle onlar içinde kalmaya teşvik edebilir, bizi acımasız, katı, kendinden memnun ve "O"nun sanıldığı gibi tarafgir yapabilir". İşte, insanın içinde bulunduğu daireden çıkıp, şeytanla yüzleşmesi gereken yer burasıdır. Ancak bu şekilde, yeni düşünceler, hayaller ve güzel, yeni bir gelecek yaratabilir. Gelişmenin ve yenilikçi düşüncenin ve hayal gücünün önüne hiç bir engel konulmamalıdır.

Interstellar Filmi Kara Delik Sahnesi
Yaratıcılığın güzel yanı; o an için yapılamayacak şeyleri de düşünebilmenin mümkün olmasıdır. Ulaşması, ışık yılları ile ifade edilebilecek mesafelerdeki yıldız sistemlerine gitmek şimdilik mümkün olmayabilir. Ancak bunu yapabildiğimizi düşlemek hiç de imkânsız değildir. "Aman nasılsa gitmek mümkün değil!" diye ucunu bırakmak az da olsa yapılması olası olan bir teknolojiye hiç başlamadan veda etmektir. Hem uygarlık üst üste konulan tuğlaların büyük bir duvarı oluşturması ile buluşların bir biri ardına eklenmesi ile oluşan bir bilgi birikimidir.

Boş verip, üretmeyi ve geliştirmeyi "durdurmak" ile ilgili en güzel örnekleri kendi yakın tarihimizde görebiliriz.
Devrim arabası, Kapattığımız uçak fabrikamız, Aselsan tarafından üretimi durdurulan cep telefonumuz aklıma gelebilen en yakın örnekler. Eğer uçak üretebiliyorsanız bunu geliştirebilirsiniz. Günden güne daha iyisini yapabilirsiniz. Belki ilk üretiminiz düşündüğünüzün çok gerisindedir ama üreticisinizdir. Zamanla rekabet edip, ürünü geliştirip diğer tüketicilere de satarak, araştırma ve geliştirme için ihtiyacınız olan kaynakları da sağlayabilirsiniz. Bunu boş verip, “aman nasıl olsa daha iyisini daha ucuza mal eden var. Onlardan alalım” dediğiniz anda üreticilikten çıkıp, tüketiciye döndüğünüz gibi. Teknoloji mallarını bir kenara bırakın, soğanı bile üretmekten vazgeçince başımıza gelenleri gördük. Raflarda elinizi bile sürmekten çekindiğiniz küflü soğanları satın almaya zorlandığımız 2019 kışını unutmamak lazım.

Bilimsel düşünce araştırmaya ve sorgulamaya dayanır. Hiç bir gerçek kavram yalanlanmaz değildir. Bugün gerçekler olarak önümüzde hazır bulunan ve kabullendiklerimiz bile henüz fark etmediğimiz bazı farklı özellikler taşıyor olabilirler. Bunu fark etmenin yolu araştırmaktan geçer. On ikibin yıl öncesi ile günümüz arasında Dünyanın bize sağladıkları hammaddeler arasında bir fark yoktur. Eğer araştırma ve sorgulama yapmasaydık hala boş vakitlerimizi granit bloklarına şekil vererek geçiriyor olabilirdik. Oysa henüz 100 yıl önceki atalarımızın çok küçük bir kısmının ancak hayal edebilecekleri bir yaşantımız var. En basitinden bu yazıyı ekranda okuyor olmamız bile bunun kanıtı.

Kanıt demişken, bilimsel düşünce bir olguyu ileri sürdüğünüzde bunun kanıtlanabilir olmasını sorgular. Deneyler yinelendiğinde aynı sonuçların alınması gerekir. Üstelik olmuyorsa "yoktur!" diye kestirip atmaz. Konuya bilinmeyen, araştırılan bir konu olarak yaklaşır. Örneğin karşıtlar tarafından durmadan eleştirilen Evrim Kuramı içerisinde eksik ve boşluklar barındırabilir. Ancak bağlantıları fosil kanıtlar ile belgelenmemiş eksik parçalar için araştırmaya devam eder. Bilimsel düşünce insan dimağının çok kısa süren (50-90 yıl kadar) canlılık süresinin bilinen bütün bir evrenin bilgisini kavramakta zorlandığından da haberdardır. Yine de araştırıp geliştirmekten vazgeçmez. Zira bugünkü bilginin binlerce yıllık insanlık tarihinde zorluklarla elde edildiğini ve birikim olduğunu bilir.,


Bilimsel düşünce daha iyi, daha mutlu ve gelişmiş bir Dünya ve insan istiyorsak önemlidir. Aklınıza bir dogmalara boğulmuş mutsuz, huzursuz toplumları getirin. Bir de gelişmiş, mutlu ve huzurlu olanları. Hangisinde yaşamak istersiniz? Bu sorunuzun cevabı, neden bilimsel düşüncenin önemli olduğunun da cevabıdır.

Esen kalın.

----------------------


Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.
Okumak için tıklayın!

19 Nisan 2018 Perşembe

Küçük Çaplı Aydınlanma

Bilmiyorum, belki de yaşlandıkça garip, garip adetler edinmemden olabilir, detaylara takılıyorum zaman, zaman. Bir seneden fazla zamandır iş nedeniyle Cezayir'de Relizan diye bir kentte bulunuyorum. Kent dediysem, hemen belirteyim öyle dev bir yerleşim yeri değil. Bizim Ankara'daki Bahçelievler semti kadar bir yer. Belki yüz ölçümü olarak biraz daha büyük olabilir ama 100 bin 120 bin kişilik bir yer. Burası ile ilgili olarak Youtube'da bir iki tanıtım görüntüsü yayınladım. Ancak fazla da ilgi çekecek bir yeri yok diye düşünüyordum. Ancak biliyorum ki, bu düşümce şeklim yanlış. Her insan kendi çapında bir evrendir. Kim bilir, yakın çevremde kimler yaşıyor. Belki de 21. yüzyılın en önemli fizik buluşlarını yapacak kişi bu şehirden çıkabilir, bunu bilmek zor.

Relizan'daki Buğday Silosu, Belki de bir un fabrikası 
Bulunduğumuz kent geçmişini de beraberinde yaşatıyor. Örneğin Fransızların zamanından kalma binaların bazıları hala ayakta. Şehrin ortasında eski kilise şimdilerde cami olarak hizmet veriyor. Yine büyük postane aynı şekilde kullanılanlardan. Buğday silosunu da sayarsak şehirde müze yapılsa dünyanın her yerinden gelebilecek turistlerin ilgisini çekebilecek yapılar mevcut.

Seksenli yılların sonları ile doksanlı yılların başlarında yaşanan halk ayaklanmalarının izleri her yerde görülebiliyor. Buradaki binalar genellikle iki katlı olmalarına rağmen ikinci kat pencereleri de demir parmaklıklı. Garajlar genellikle evlerin içerisinde ve çelik kapıları var. Dükkanlar da aynı
Fransızlardan kalma bir villa.
şekilde çelik kapılarını kapattıklarında orada bir iş yeri bulunduğunu anlayamayacağınız hale geliyor. Evlerin dış giriş kapıları da çelik ya da demir parmaklıklı. Yani, güvenliğe ihtiyaç duyduğunuzda kapınızı kapatmanız yeterli. Çok acılar çekilmiş olmalı. Şimdilerde böyle şeyler yok tabi ama şehir geçmişin hayaletlerini fazla uzaklaştırmamış.

Ne diyordum? Hah, yaşlılık detaylara takılmama neden oluyor. Tanımadığınız bir çevreye alışmaya çalışırken yolu bulmak için kimi nirengi noktaları yardımcı olabiliyor. Akşamları eve gelirken soldaki sokaklardan hangisine sapacağımızı anlayabilmek için, boşlukları betonla doldurulmuş bir elektrik direğini referans alıyoruz. Onu gördüğümüzde, saptığımız sol bizi eve getiriyor. Bir yıl geçmesine rağmen neden kimi direğin içinin doldurulup, kimisinin ise boş bırakılmış olduğuna o kadar önem vermemiştim. Ta ki, bu güne kadar.

Gündüz gözü ile beni aydınlatan direk bu işte.
Az önce, direklerden birinin yanından geçerken adeta küçük çaplı bir aydınlanma yaşadım. Sözünü ettiğim elektrik direkleri biraz da dar kaldırımların etkisi ile evlere bitişik duruyorlar. Dolayısıyla, eğer içlerini betonla doldurmazsanız kolayca tırmanıp, evin pencerelerine ya da genelde göreli olarak az korunaklı çatı katlarına ulaşılabilir. İşte bunu engelleyebilmek için, elektrik direklerinin içini üzerine tırmanmayı engelleyebilecek şekilde beton doldurmuşlar. Bir yıl sonra ne olduğunu anlamış olsam da, ilginç bir detay.

İşte böyle. İnsan kendi doğup, büyüdüğü bir şehirde bile çevresine yabancılaşabilir. Kaldı ki, yabancı bir çevrede bulunduğunda, ister istemez kendini daha korunaklı bir konuma alıp, çevresine karşı duyarsız bir tavır alabilir. Bu bir tür körlük yaratabilir. Bundan mümkün olduğunca uzak durmak ve çevremize karşı duyarlı ve dikkatli olmak keyif verici detaylara hakim olmamıza yol açar. Bazen böyle hiç beklenmedik bir detay sizi alıp götürür, eskisinden çok daha iyi tanırsınız yaşadığınız yeri.

Anı kaçırmayın. Yaşayın! Zira, geçmişte kalan kayıp anların, bir daha hiç tekrarı olmayabilir.

------
Relizan ile ilgili olarak çektiğim görüntüleri aşağıda izleyebilirsiniz.

 ---------

14 Nisan 2018 Cumartesi

Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Çevreden izole bir ortamda bulunan 3,5 kiloluk jölemsi bir et parçası biz dediğimiz kişiliği oluşturuyor. Beynimizin fonksiyonunu bile bir kaç yüzyıldır doğru tahmin edebiliyoruz. Nasıl çalıştığı hakkında bilim adamlarının artık açıklamaları var. Sinir hücreleri (nöronlar) birbirleri ile kurdukları bağlantılar ile bizi biz yapan unsurları oluşturuyor.

2 yaşına kadar gelişen beyinde daha sonra ölene kadar hücre sayısı aynı kalıyor. Bu hücrelerin birbirleri ile yaptıkları bağlantılar sayesinde yeni bilgileri öğrenip işleyebiliyoruz. Örneğin, yeni bir dil öğrendiğimizde ya da bir müzik enstrümanı çalmayı başardığımızda beynimizde buna imkan verecek yeni bağlantılar kuruluyor.

Zaman içerisinde değişiyoruz. Gençlik yıllarındaki davranışlarımız ile olgunluk dönemlerindeki davranışlarımız belirgin olarak farklıdır. Günümüzde tek bir eğitim, ömür boyu çalışma hayatında kalmamız için yeterli olmuyor. Üniversitede aldığımız eğitimin üzerine yeni bilgiler koymadan profesyonel hayatımızda gelişme sağlamak mümkün değildir. Bunun olabilmesi için, beynimiz adapte olmakta ve aynı sayıdaki nöronlar birbirleri ile farklı bağlantılar yaparak bunun üstesinden gelmektedir. 

Başta, adeta kapalı bir kutunun içerinde hapsolmuş beynimizden bahsetmiştim. Beyin, dış dünya ile ilişkiye duyu organları sayesinde girebilir. Görme, dokunma, tad alma, koku alma, duyma işlevine sahip organlardan gelen verileri işler, karşılaştırır. Ortaya çıkan veriyi değerlendirerek dış dünyayı kendi içinde yeniden canlandırır. Bu simülasyonu dış dünya gerçekliği olarak algılarız. Örneğin Gaetano Kanizsa'nın 1955'te yayınladığı optik yanılsama örneği resim, bunu anlatmada yardımcı olabilir. Resimde tamamlanmış bir üçgen bulunmamasına rağmen, bunu görme yolu ile algılayan beyin aradaki boşlukları doldurarak, üst üste konulmuş bir düz bir de ters üçgen oluşturur. Biz de gerçekte orada olmayan iki üçgeni gördüğümüze inanırız (https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/55/Kanizsa_triangle.svg adresinden alınmıştır).  

Yine renkleri algılamamız da böyle bir yoruma bağlıdır. Gördüğümüz renkler başka bir gerçeklik yorumunda çok daha farklı görünüyor olabilirler. Beynimiz dış dünyada var olan ancak anlaşılması zor bir çelişkiyi kendince mantıklı bir hale getirebilir.

Örnekte (http://www.wikiwand.com/tr/Optik_ill%C3%BCzyon adresinden alınmıştır) gördüğünüz ilüzyonda iki gri kare hep aynı renkte olmasına rağmen beynimiz durumu kendisi için daha anlaşılabilir hale getirmek adına birbirinin aynı olan gri tonları farklı yorumlamaktadır. Burada dikkat edilecek durum, gözlerimizin renkleri mümkün olduğunca doğru algılaması ve beyne iletmesidir. Bu anda beynimizde gözlerden beyne bir veri akışı yaşanmakta, yine veriyi yorumlayan bölümden de gelen veri hakkında işlenmiş bilgi gelmekte ve beynimiz gözlerimizin gördüğü durumun yorumunu kendi içerisinde anlaşılabilir bir simülasyona dönüştürmektedir. Yani beyin gerçeği yeniden oluşturmakta ve bize bunu göstermektedir. Gözlerimiz sadece belirli bir sınır içerisindeki dalga boylarını algılayabilir. Örneğin gözlerimizin görmediği gama ışınları, x ışınları, hatta kızıl ötesi ışınlar da bulunur. Eğer onları da görebilseydik belki de işleyebileceğimizden daha fazla bilgi ortaya çıkabilirdi. Yani Süperman gibi x ışınlarını görmek, süper hızlı bir veri işleme kapasitesine sahip beyin gerektirebilirdi.

Görsel, https://foxsuperpowerlist.com/vision-x-ray/ adresinden alınmıştır.
Burada şöyle ilginç bir durum var. Gözden beyine giden veri, kısa da olsa bir yol alıyor. Bu yolda zaman kaybediyor. Daha sonra bu veri beyinde işleniyor ve anlaşılabilir bir şekilde yorumlanıyor. Bu da ayrı bir zaman kaybı. Toplamda diyelim yarım saniyelik ölümcül bir kayıp. Gözümüzle gördüğümüz ile beynimizde olayın yeniden oluşturulması için bir zaman geçiyor. Dolayısıyla beynimizin oluşturduğu gerçeklik, aslında o anda geçmiş haline gelen bir şey. Beyin bu gecikmeyi de hesaplayıp, ona göre düzeltmeler yapan bir yapıya sahip. Aksi taktirde, araç kullanmamız bize hızla gelen bir tehlikeden kaçınmamız ya da bir jonklörün üç topu düşürmeden çevirmesi mümkün olmazdı. Bu anlamıyla beynimiz kısa da olsa, bir zaman dilimini yeniden yaşattığı ve aradaki zaman farkını kavrayıp, gerekli düzeltmeyi yapabildiği için aslında bir zaman makinesi gibi çalışıyor. Geçmişte yaşıyor ama anı da kaçırmıyor.

Felsefi anlamda gerçeği aramak güzel. Ancak aradığımız gerçeğin de aslında beynimiz tarafından oluşturulan bir gerçek simülasyonu olduğunu anlayabilmek paha biçilmez bir durum.

Konu ile ilgili BBC yapımı bir belgesel var. Eğer zamanınız varsa izlemenizi öneririm.

Simurg

Simurg, Zümrüd-ü Anka ya da Phoenix olarak isimlendirilen efsanevi kuşlar bana göre aynı adrese çıkan küçük farkları olan bir tür kültürel i...