Dil bilgisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dil bilgisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2020 Pazartesi

Öğrenmeyi Öğrenmek

Türkiye'de kişisel gelişim üzerine yazmak, denizde kayıkla akıntıya karşı gitmeye çalışırken, boşa kürek çekmek gibidir. Zira, var olan bir şeyi geliştirebilirsin. Aynen temeli olmayan bir bina yapmanın tehlikeli olması gibi. Okullar ve aile eğitim sistemimizin temelini oluşturmaya çalışır. Üniversiteler de insanları hayata hazırlar. Eğitim sistemi iyi de, öğrenmeye yöneltme konusunda ciddi sıkıntısı var. Öğrenme önemlidir. Hayatta başarılı olmak ve toplumun gelişmesi için öğrenmemiz daha çok öğrenmemiz gerekir. Bilgiyi çoğaltan, onlardan yeni bilgiler üreten toplumlar, diğerlerine göre avantaj kazanır. Böyle toplumlar kolayca gelişir ve ilerler. İlerlemeyen toplumlar diğerlerinin iş ve beyin gücü olmaktan ileri gidemez. Demek ki, başka toplumlara göre daha ileri gitmek için öğrenmemiz gerekiyor.

Neye İhtiyacımız Var?

Bence, temel eksikliklerden biri Türkçe eğitiminin yapılış şekli. Eğer Türkçe öğrenemezsek kendimizi düzgün şekilde ifade edemeyiz. Kendimizi ifade edemezsek karşımızdakini de anlayamayız. Dahası verilen diğer dersleri de anlayamayız. Dolayısıyla, Türkçe öğrenmeye ihtiyacımız var. Türkçe eğitimine yapılan en temel hataları düzelterek başlayabiliriz. Türkçe eğitimi okul öncesinde aile içerisinde başlar. Dolayısıyla, aileleri kitap okumaya teşvik etmek iyi olabilir. Tam olarak çözüm olmasa da, kitap okuma alışkanlığı dili kullanımı geliştirir. Ek olarak, düzgün ve doğru yazmayı da öğrenmek gerekli. Bunun dikkatli ve akıllı bir metotla gerçekleştirilmesi lazım. Türkçe, Çince kadar yazılması zor bir dil değil. Eğer onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz.

Türkçe Neleri Öğretemiyoruz?

Dil bilgisi ile ilgili eğitimimiz, adeta dilden ve yazmaktan nefret ettirmek için tasarlanmış gibi. Oysa dilin yazım kuralları 10-15 sayfaya sığacak kadar az. Ekleri nasıl yazacağımızı 12 yılda öğrenmemek bir başarı sayılmaz sanırım. 
Sistem Türkçe öğretemiyor. Bari yanlış şeyler öğretmesin. Öyle değil mi? Kısa hikayemi anlatayım o zaman.
Ankara'da iyi sayılabilecek Devlet okullarında eğitim aldım. İlkokulum ve öğretmenim iyiydi. Orta okulda ise yine iyi bir okulda okuma şansım oldu. Ortaokulda Türkçe öğretmenim çok iyiydi. Yazmayı sevmemde çok etkisi oldu. Ancak, zaman, zaman sistem ufak hatalarla kendini gösterdi. Lise'de askeri okul sınavlarına girmeye karar verdim. O zamanda sınavlara hazırlayan kurslar yoktu. Zaten olsa bile buna imkanımız da yoktu. Kendimce bulabildiğim kitaplardan yararlanarak, sınavlara hazırlanmaya çalıştım. Sınavdan önce bir sağlık kontrolünden geçtik. Ardından, sıra yüz yüze görüşmeye geldi. Sorulan sorulara kendimce düzgün konuşmaya çalışarak cevap verdim. Yani bana öğretildiği gibi yazılan hali ile kelimeleri kullandım. E tabi yapacağım, edeceğim, gideceğim, göreceğim benzeri kelimeleri yazıldıkları gibi kullanınca, kimi siyasetçiler gibi konuşmuş oldum. Gözünün önüne getirmeye çalışın. Askeri okul sınavında bir aday mıyıl, mıyıl konuşuyor. Oysa asker dediğin bütün gücüyle aktaracağı bilgiyi aktarır. Tüm gücü ile  bağırarak! "BURÇAK ÇUBUKÇU 932. KISA DÖNEM, İSTANBUL, EMRET KOMUTANIM!" gibi. Neden bağırıldığını sormayın, büyük rütbeli askerlerin yaşlı olduğu ve kulaklarının iyi duymadığı bir dönemden kalmış olabilir. Ya da savaş gürültülü ortamlarda anlaşmayı sağlamak için öyle yapılıyordur. Sanırım, öyle fonetik, fonetik konuşunca, karşımdakilere oldukça komik gelmiştir. Oysa gerçek hayatta konuşurken öyle konuşmuyoruz. E ama bize Türkçe'nin yazıldığı gibi okunan bir dil olduğu yani fonetik bir dil olduğu söylenmişti. Oysa Türkçe Fonetik bir dil değil! Konuşurken bazı harfleri yutuyoruz. Özellikle yabancı kökenli kelimelerde yazıldığından çok daha değişik telaffuz (söyleyiş) edebiliyoruz. Konuşurken kelimelerin arasını birleştirebiliyoruz. İyi ama okullarda bunların hiç biri öğretilmiyor. Öğretilmiyor derken, bunu sistemetik kurallar bütünü haline getirip, öğrencilere monoton bir sesle aktarmak ve sınavda sormak, öğrenmeyi sağlamıyor. Ezberletmeye ve sınavdan sora unutmaya dayalı dil bilgisi ve Türkçe dersleri yerine, iyi konuşmayı ve bunu yaparken yazmayı da öğretmeye çalışmak daha etkili olabilir. Yaşayarak, konuşarak öğretmek, bunu öğrencilerin yaşama aktarmalarını sağlamak, yani onları eğitmek gerekli. Örneğin Türkçe'de sesli harfleri kelimedeki yerine, söylenişine göre farklı kullanmamız gerekiyor. "Üçe aldım, beşe sattım ve çok kar ettim" cümlesinde "kar" ekonomik faaliyet sonucunda elde edilen artı gelirdir. Kalkıp, "kışın yağan kar" ile aynı söylenirse konuşmanız çok garip olur. Sen de a harfine inceltme koy öyle yaz diyebilirsiniz ki o da başka bir sorun.
Türkçe konuşurken genel yanlışları yapmaktan kurtulmak mı istiyorsunuz? Kendinize Türkçeyi iyi konuşan ve kullanan kişileri örnek almaya ne dersiniz? Twitter'da Suha Çalkıvik'i @SuhaCalkivik takip edin. Web sitesi ise https://web.itu.edu.tr/calkivik/ "Kimdi?" diye merak ediyorsanız şu ses dosyasını dinleyin. Hemen hatırlayacaksınız. 
Türkçe'yi çok iyi konuşan ve bunu hayatına da çok güzel yansıtarak örnek olan başka kişi de Boğaçhan Sözmen. Onu da Twitter'da @bsozmen kullanıcı adı ile bulabilirsiniz. Web sitesi de https://www.bogachansozmen.com/ Onun da ses örneği bu linkten dinlenebilir.

Sözün Özü 

Türkçe öğreten öğretmen öncelikle kendisi iyi Türkçe konuşmalı ve örnek olarak öğrencilerinin önünde olmalı. Kırık Türkçe konuşan, "cağım, ceğim" diyerek düzgün konuştuğunu sanan siyasetçiler gibi konuşmamalı. Yabancı dil öğretmeni o dili kültürü ve söyleyişi ile düzgün kullanabilmeli. Çorum ağzı ile yabancı dil konuşma bir yana bırakılabilse de, bir dili öğretmek için o dilin yaşayan kültürüne de sahip olmak gerekir. Örneğin, artık kimse "Hello, how are you?" diye sormuyor. Cevap da "Fine thanks and you?" şeklinde verilmiyor. Dilin canlı ve zamanla değişen bir yapıda olduğu ve bebekler gibi dinleyerek ve konuşarak öğrenildiği unutulmamalı.

5 Nisan 2012 Perşembe

Bir Nisan Bir İnsan, İki Nisan İki İnsan


Nasıl olmuş, hafızamda nasıl bu kadar yer etmiş başlıkta saçmalattığım "bir lisan bir insan, iki lisan iki lisan" sözü bilmiyorum ama neredeyse yarım asıra dayanmış yaşıma rağmen kafamda o kadar yer etmiş ki aklımdan bir türlü gitmiyor.

Aslında sözün kendisi de öyle uzun uzadıya düşünülüp söylenmiş değil bana kalırsa. Lisan öğrenince,  benliğinizde bir başka insan oluşuyormuş gibi abuk bir ifadesi de var. Aşırı yetenekli olup, İngilizceye ek birden fazla lisan öğrendin mi, mesela Fransızca ve İtalyanca. Otur kendi kendine King oyna, en az 2 saat güzel vakit geçirirsin gibi.

Lisan öğrenmek önemli. Ancak lisan ailesi farklı olduğundan mıdır, bilmiyorum batı dillerini öğrenmek zor geliyor. Belki Ural-Altay dil ailesinden bir başka dil öğretilse daha başarılı olacak çocuklarımız.

Sonuçta, bu aralar referans dil olduğundan İngilizce bilinmesi gereken bir dil. Benim öğrenme sürecim 70'li yıllarda ilkokulda başladı. Kurs vardı giderdim. Pek bir şey öğrendiğim söylenemez. Orta, lise deseniz, Devlet okulunda ama nispeten diğer okullara göre daha yoğun yabancı dil dersleri vardı. Zar zor geçtim. Öğrendim mi? Yok canım, o kadar yıl adam gibi dil öğretilse insan öğrenir. Bir ben değil kimse doğru dürüst öğrenmedi ki!

Türkiye'de lise mezunları şakır şakır konuşur (!) o öğretilen tüm yabancı dilleri. Geçenlerde Milli Eğitim Bakanının da açıkladığı gibi 10 yıl yabancı dil eğitimi veriliyor, kimse dil öğrenemiyor. Diğer derslerin ne kadar öğretilebildiğini düşünün. Ülkece, eğitim kalitemizi yerlerde süründürüp insan kaynağımızı savuruyoruz. Bir tür toplu intihar bu! Kötü eğitim kaçınılmaz olarak sonu hazırlıyor. Aileler bir çaba ile çocuklara ek dersler, dershane desteği ile iyi bir lise ve ardından üniversite eğitimi aldırmasa, durum daha da feci olacak. Bunu yapma imkanı olmayan ailelerin çocukları ise zeki olmadıkları için değil ama imkan sahibi olmadıklarından iyi eğitilmiyorlar. Zarar gören kim? Tüm Türkiye! Size de bu durum çok saçma gelmiyor mu?

Dönelim benim İngilizce macerama. Bir ara kablo TV yeni geldiği dönemde yabancı kanalları izleme şansım oldu. Sky diye bir İngiliz kanalı Uzay Yolu (Sky Trek) Next Generation oynatıyordu. Onu izleye izleye İngilizcem gelişir gibi oldu. En azından Çorum İngilizcesi değil de gerçek İngilizce konuşan birilerini anlamaya başlamak daha önce deneyimleyemediğim bir fırsattı.

Daha sonra, özel yabancı dil kurslarına gittim. Hocalar da yabancıydı. Programlarının iyiliğinden midir bilmem öğrenir gibi oldum İngilizceyi. Artık çat pat konuşabiliyordum. Ardından altyazılı filmleri büyük bir çaba gösterip yazıları olabildiğince okumadan seyrettim. Filmlerin büyük bölümünde konuyu kaçırıyordum :)) ama zamanla daha iyi anlamaya ve konuşmaya başladım denilebilir. Sanırım zamanla şarkıları da anlar hale geldim ki bence bir dilin öğrenilmesindeki şahika nokta budur. Düşünsenize bir, Türkçe olup ne söylendiğini anlamadığınız şarkılar yok mudur hiç? Diğer gösterge de yabancı dilde rüya görmenizdir bana sorarsanız. Rüyanızda yabancı dille konuşup anlaşıyorsanız olay bitmiştir.

O kadar yıl eğitime karşın hala ancak meram anlatabilecek kadar biliyorum İngilizceyi, okuduğumu fazla gotik ve ağdalı yazılmamışsa anlıyorum ama belki 2-4 yaşlarımda başlasaydım öğrenmeye daha iyi olurdu yabancı dilim.

İşte böyle, hala zaman zaman aklıma gelip, özellikle de Nisan ayı geldiğinde de kendimce saçmalattığım o özlü sözün bana hatırlattıkları bunlar. Garip mi? Evet garip. Ama insan da garip bir tür zaten.

19 Mart 2012 Pazartesi

Dil Bilgisinin Önemi


Her şey İnternet'e dökülmeden önceydi, kağıda basılan yayınlar hala şah, padişah. Dergiler ve online yayınlar editörleri sayesinde imla hatalarını düzeltiyordu. Ne zaman ki sıradan insanlar, sosyal medya ve bloglarında yazılar yayınlamaya başladılar, takke düştü ve kel göründü. Anlaşıldığı kadarıyla büyük çoğunluk "Dil Bilgisi" konusunda o kadar da özenli değil. Dahası, donanımlı değil...

Ayrı yazılması gererken "de-da, ki, mi-mı-mu-mü" gibi ekleri hatalı kullanan kimileri sanal çevrelerinden tepki alıp, silkinip kendilerine geldiler.

Bu şekilde bir durum da ortaya çıktı. İlköğretim ve Lise eğitiminde verilen "Dil Bilgisi" dersleri çok da başarılı değil. Öğretim yapılmış ama eğitim verilememiş. Belki de, Dil Bilgisi derslerinde sadece kitap okunmalı.

Eğer okursanız, bir şekilde dil bilgisi kurallarını da öğrenirsiniz. En iyisi, mevcut derslerin ne derece akılda kaldığı ve hayata uygulanabildiği ölçülüp, gereken düzeltme yapılmalı.

Yazının başındaki görsele bir göz atın. O kadar çok rastlıyoruz ki, bu soru belirten "mi" ekinin bitişik yazılmasına. Oysa ayrı yazılması lazım. Camında böyle ilanlar olan dükkanlara girip sorasım geliyor yahu neden yanlış yazıyorsunuz diye. Bir iki kere de yaptım aslında ama sorun yapısal. Anlamlı sonuç beklemek mümkün değil.

Bunu geçtim, ne doktorlar, mühendisler noktalama işaretlerini nereye koyacaklarını bilmiyorlar. Öyle karmaşık, noktalı virgül (;), tırnak(') falan değil! Noktanın cümlenin sonunda, kelimenin son harfinin bitişiğine konması gerektiğini, bilmiyoruz.

Zaten, birbirimizle bir türlü uygar insanlar gibi anlaşamıyoruz. Yazdıklarımızda da ne ifade ettiğimiz, genelde böyle imla kurallarından dolayı anlaşılmaz oluyor.

Bir Örnek:
Sendemi Brütüs? (Bir cümlede iki hata)

Sen de mi? Brütüs! (Olması gereken)

Gerçi "insan ölmek üzereyken, "de", "mi" ayırır mı hiç" diyeceksiniz ama zaten bunu yazan da Shakespeare  ben değilim. Kendisine sorun isterseniz.

Ben kimseyi ulu orta, hatası ile ilgili uyarmayı doğru bulmuyorum (çok tepem atmazsa!). Aksine olabildiğince doğru ve akıcı yazmaya özen gösteriyorum. Kendi yazdıklarımı da bir kaç kere okuyup düzeltmeden yayınlamıyorum.

Ama ne yalan söyleyeyim, bir çok yazım hatamı da zaman zaman atlıyorum. Yine de güzel ve dil bilgisi kurallarına uygun yazmalı.

Bu da günlüğüme notum olsun.

Simurg

Simurg, Zümrüd-ü Anka ya da Phoenix olarak isimlendirilen efsanevi kuşlar bana göre aynı adrese çıkan küçük farkları olan bir tür kültürel i...