Soluk Alamıyorum!
Ekonomi başlangıç derslerinde ihtiyaçların sınırsız, kaynakların ise sınırlı olduğu söylenir.
İnsan hep daha fazlasını ister. Öyle ki yaşamını sürdürebileceğinden de fazlasına sahip olsa durmak bilmez. Hep daha çoğunu elde etmek için uğraşır. Bu durum mantık ile açıklaması zor bir davranış şeklidir. İnsan gereğinden fazlasını neden ister ki? Refah içerisinde yaşayan bireyin sınırlı olan yaşam zamanını daha çok keyif alabileceği şeyler yerine daha çok kazanmaya iten neden ne olabilir? İlkel şartlara alışmış beynimizin derinliklerinde işleyen bir sistem yeni bir şeyler elde ettikçe mutluluk hormonu salgılıyor olabilir mi? Belki de bu durum harcayamayacak kadar çok şeye sahip insanların daha çok kazanmak için uğraşıp durmalarını sağlayan dürtüsel bir sistemdir.
Dilerseniz evlerimizde birlikte yaşadığımız sevimli minik canlılardan biri olan kedilerin davranışlarını gözlemleyelim. Kediler evin her yanındaki eşyalarına sürtünüp kokularını bırakarak işaretlerler. Bu diğer kedilere ben buradayım ve bu bölge benim demenin kedice bir yoludur. Kedi bıkmak bilmeksizin sürekli bu davranışını yeniler. Bölgesi olarak işaretlediği yere yaklaşan tanımadığı başka kedilere tıslar, bağırır kimi zaman da saldırır ve oradan yabancıları uzak tutar. Çok uzaktan akraba olsak da kedilerin bu davranışı bana özel mülkiyet kavramını hatırlatır. Toprakları sahiplenip, başkalarını uzak tutarak koruyan atalarımızın bundan pek farkı yok gibi. Dünyanın istediğimiz yerinde istediğimiz kadar kalmak ve dilediğimizde başımızı alıp gitmek varken, görece küçük bir alanı yurt edinip kalmak belki de özgür irade ile alınan bir karar değil de, dürtüseldir. Dağın eteklerine yerleşip, ilerideki düzlükte tarım yapan birini düşünün. Ona "Biri" diyelim. Biri bu bölgeden kısa süreliğine uzaklara gittiğinde de ev dediği yeri özler. Geri dönmek için istek duyar. Biri yurt edindiği bu yere döndüğü zaman da mutlu olur. Bu durum ilkel dediğimiz tarih öncesinden kalma olan beynimizin, güvende hissetmek için bizi alet ettiğinin bir göstergesi olabilir.
Kapitalizmin fikir babası sayılan Adam Smith ünlü kitabı "Ulusların Zenginliği"nde bu ekonomik düşünce sistemi ve pratiğini "Doğal Özgürlüğün Sistemi" olarak adlandırmıştır. Belki de o da bunun insanın doğasından gelen dürtülerle böyle bir ekonomik sistemin dürtüsel olduğunu vurgulamıştı.
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler şeklinde sloganlaştırılan liberal düzen bu sınırsızlığı geçmişte doğru kullanamamıştır. Örneğin göz alabildiğine uzanan tarım alanlarını işleyebilmek için insan gücüne ihtiyaç duyan Yeni Dünya gemilere istiflediği insanları köle olarak bu yeni topraklara taşırken kendini bunun doğru olduğuna inandırmıştır. Bunda Kapitalizm'in hiç mi etkisi yoktur? Tabi vardır. Mülkiyet kavramının çerçevesini genişletmekte ne sakınca vardır ki? Bu durum vicdanları rahatsız ettiğinde ise ortadan kalkmamış dönüşmüştür sadece. Günümüzde hala daha iyi hayat şartları için gönüllü olarak bir yerden başka bir yere göçmek çok da farklı değildir. Bulunduğunuz yerde kaybedecek bir şeyiniz kalmadıysa en azından karnınızı doyurmak ve bir barınma yerine sahip olabilmek için göç etmek, istiflenerek gemilerle Yeni Dünya'ya taşınmaktan çok da farklı değildir. Savaş nedeniyle Suriye'den kaçan insanların durumu çok yakın bir örnektir. Üstelik Kapitalist sistem artık satın alıp pek çok sorunla karşılaşmak yerine kiralamanın daha sıkıntısız olduğu noktasına gelmiştir. İnsanlar gönüllü olarak kendilerini, beyinlerini kiralamaktadırlar. Karın tokluğuna ve göreli olarak biraz daha iyi barınma şartlarına karşılık çok sayıda iş gücü bulabilmek sistemi ister istemez besleyecektir. Buraya kadar hepsi insanın dürtüsel olarak sürüklenip kapıldığı bir sistem söz konusu. Şartların dengesiz olarak dağılması çok da sıkıntı yaratmaz. Zira sistem size bir gün çok daha iyi şartlarda yaşayabileceğiniz kapıyı açık tutar. Pastanın tamamına yakın olan kısmını elinde tutan azınlık bir gün onlar kadar iyi durumda olma umudu taşıyan insanlar tarafından rahatsız edilmeden yaşayıp gider.
Zaman zaman bu rüya halinden uyanmalar yaşanır. Yakın zamanda yaşadığımız Amerika'daki ırkçılık karşıtı protestoları böyle durumlardandır. Adalet anlayışında karşılaşılan çarpıklık, kitleleri silkip ayaklanmalarına ve sistemin adaletli işlemesi için hareketlenmelerine neden olabilir. Organize olmayan insanları yönlendirmek ise kolaydır. Provokasyon ile protestoları yağma hareketlerine çevirmek çok kolay olduğundan bunun kullanıldığını görmek kimseyi şaşırtmaz.
İşin garip yanı genetik olarak insanların birbirine çok yakın oldukları gerçeğinin ortada durmasıdır. İnsanın deri rengi kahverenginin tonlarıdır. Bir tek insan ırkı vardır. Ufak farkları büyüterek Irkçılık yapmak ise bilinçli bir tercihtir. Bunda Kapitalizmin etkisini yadsımak mümkün değildir. Diğer ideolojilerde de durum farklı sonuçlar vermemiştir aslında. İş gelip, dediklerini güçle kabul ettirmeye dayandığında, Kominizim de oldukça kötü bir sınav vermiştir. "İzm"ler insan düşünceleridir. İnsan düşüncesi kaynaklı sistemlerin dürtülerden etkilenmemesi mümkün değildir.
Ahlak konusunda fazlaca düşünmüş olan Immanuel Kant "evrensel bir ödev ahlakı var" noktasına ulaşmıştır. Buna göre, insan izleyen kimse olmasa da doğru davranmalıdır. Örneğin, biri cüzdanını yere düşürdü mü, ödev ahlakı gereğince onu kimse alıp, cebine koymamalıdır. Cüzdanı düşüren farkına varıp, geçtiği yolları takip ettiğinde cüzdanını bulabilmelidir. Olmayacak bir şey değil, ama oldukça zor, değil mi? Kant insanların özde iyi oldukları kabullenip, yola çıkmıştır. Oysa iyi insanlar olduğu gibi kötü insanlar da vardır. Hatta kimse saf iyi ya da saf kötü değildir. İçinde yaşadığı aile, toplum ve genetik geçmişi büyük oranda kişideki iyi-kötü karışımını şekillendirir. Büyüklerinden ve çevresinden, kendini bildiğinden beri ırkçı davranışlar görüp, öğrenen biri erişkin olduğunda, ırkçı eğilimlere sahip olabilir. Yine de yakın çevresinde örnek bir ebeveyn olarak nitelenebilir. Aynen Kant'ın bahsettiği savaşta insan öldürmeyi kahramanlık olarak gören toplumsal ahlak, Irkçılığı da normal bir davranış kalıbı olarak benimseyebilir. Eğer siz de özgür irade yoktur diye düşünüyorsanız, bireyin ırkçı bir toplumda, diğeri olarak gördüğü kimselere saldırgan davranışlar göstermesini beklersiniz. Oysa, kimi zaman öyle olmayanların da bulunmasını beklemek gerekir. Aksi taktirde, insan ırkının daha insancıl bir geleceğe gitmeyeceği kötümserliği akılları ele geçirecektir.
İyi ya da kötü, Kapitalizm ekonomik olarak başarılı olduğu sürece, dürtüsel olsun ya da olmasın sürecektir. Ancak herkes için dayanılmaz bir hal aldığı zaman, ihtiyaçlar yönünde değişebilir ya da yerini başka bir sisteme bırakabilir. Sadece bir kaç insan öyle istiyor diye değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder