28 Ağustos 2014 Perşembe

Aklınızın Zincirlerini Kırmak Kolay mı?


Belki de yüzbinlerce yıldan beri insanlık dünya üzerinde hayatta kalmaya çabalıyor. Bunu zorlaştıran pek çok faktör var. Doğal çevre bunlardan en önemlisi. İnsan, doğuştan hazır gelen pek çok doğal korumadan yoksun. Örneğin, onu aşırı sıcak ya da soğuktan koruyacak bir donanımı yok. Oysa doğal seçilim bu tür bir koruması olmayan türün ortadan kalkması gerektiğini ortaya koyuyor. İnsan bu anlamda sadece ekvator çevresinde yaşamını sürdürme şansına sahip olabilir. Eğer çevresel şartlara fiziksel olarak uyum sağlayamazsanız ölürsünüz. Elbiseleriniz olmadan kış şartlarında -10 derecede açık havada yaşadığınızı düşünün. Türünüzde bir şekilde bu uyumu gösterebilen fertler yaşar. İnsan sorunu eksik donanımlarını bir şekilde tamamlayarak çözmüş. Yani çevreye uyum sağlayıp hayatta kalmış. 
Dilerseniz bu yazıyı seyredebilirsiniz.

Yeni doğan bireyler de eğer aynı şekilde uyum sağlayabilirlerse hayatta kalırlar. Bunun istisnaları vardır. Yeni doğan bireyler ebeveyinleri tarafından bir yere kadar korunup, çevrenin yıkıcı etkisinden etkilenmeden kendi ayakları üzerinde durabilecek hale gelebilirler. Arılar larvalarına bakar, büyümelerini sağlar. Kuşların bir büyük bir kısmı yavrularını besler. Yırtıcı hayvanlar yavrularını tehlikelere karşı korur, onlara avlanmayı ve hayatta kalmayı öğretirler. Bu durum hayatta kalmak için canlılara çok önemli bir fırsat verir. Biz de çocuklarımıza benzerini yaparız. Üstelik görece çevresel şartlara çok daha duyarlı olan türümüzü sürdürmek için en önemli silahımızı kullanırız. Bu, sistematik düşünme,  birikimlerimizi gelecek nesillere aktarmadaki başarımızla doğrudan ilgilidir. Doğal seçilime aykırı gibi görünse de, tüm bunlar hayatta kalma ve çevreye uyum sağlama konusunda yardımcı olduğundan işe yarar. Doğal seçilim, nasıl hayatta kaldığınızı önemseyemez. Sadece hayatta kalıp yaşantısını sürdürebilenler yollarına devam edebilir. Hepsi bundan ibarettir.

Düşünmek ve bulguları biriktirmek, deneyimlerini gelecek nesillere etkin bir şekilde aktarabilmek insan türünün diğerlerine göre farklılaşmasını sağlamıştır. Araştırmalar pek çok hayvanın düşünebildiğini, duygulara sahip olduğunu, diğer canlılarla etkileşime ve iletişime geçebildiğini göstermiştir. Dolayısıyla başka canlılar da bir gün bizimkine benzer bir uygarlık oluşturabilirler. Etkin haberleşme, deneyimleri etkin bir yöntemle gelecek nesillere aktarabilecek tüm canlılar bir gün uygarlık yolunda ilerleyip gelişebilir. Bu bir kaç bin yılda değil ama birkaç milyon yılda gerçekleşebilir. Çevreye uyup, hayatta kalma konusunda avantajlarımızı bir şekilde kaybedecek olursak, ya da daha önce gerçekleştiği gibi toplu ölümlere neden olacak bir yıkım olması durumunda türümüz yeryüzünden silinebilir.

Bütün bunları neden mi yazdım? Aslında "ne kadar güçlü bir uygarlığımız var" gibi görünse de milyon yıllık zaman birimlerinde düşünüldüğünde bunun bir önemi olmayabilir. İnsanın bu tür uzun zaman dönemlerini anlaması güçtür. Ortalama 70 - 80 yıl yaşayan bizlerin bu görece kısa yaşam süresinde milyonlarca yıla bakış açısı oldukça dar olacaktır. Oysa 4,5-5 milyar yaşında bir kaya parçasının üzerinde bir şekilde yaşam denilen oldukça kaygan zeminde duran bir kavram içerisinde belirsizliklere rağmen kendi varlığını ve nedenini sorgulama becerisine sahip olmuş, yıldız tozlarıyız. 

Aslında var olmayan sınırlar nasıl olur da hayatımızı derinden etkiler?

Biz "canlılar", kırılganız, güçsüz ve çevre şartlarından aşırı etkileniriz. Canlı durumdan cansız duruma geçişimiz bir anda gerçekleşebilir. Kendimizi çeşitli yöntemlerle korur ve ölüm diye adlandırdığımız bilinmez durumdan olabildiğince kendimizi uzak tutmaya çalışırız. Bu bütün canlılar için geçerliyken bizim için de geçerlidir. Hiç bir canlı hayatını kaybetmek istemez. Bu durum bilinçli ya da bilinçsiz diye bizim onu adlandırdığımız kavramlar ile açıklanmaya çalışılsa da bir gerçektir. Bir sineği öldürmek için el hareketi yapsanız sizden kaçar. Yaban hayvanlarını yakalamak için hamle etseniz sizden kaçmak için her şeyi yaparlar. İster içgüdü, ister akıl olarak adlandıralım, sonuç değişmez. Canlılar hayatta kalmaya çalışırlar. Tıpkı bizler gibi.

İnsan türü inanç duymaya yatkındır. Yani kendisinden daha büyük güçlerin varlığını benimser ve hayatında pek çok konuda bu çerçeve içinde kalır. Bunun büyük olasılıkla nedeni kendini güvende hissetmesi ve mutlu olmasıdır. İnançlı insanın ritüellerini yerine getirirken duyduğu derin huzur ve mutluluk akla geldiğinde bunun bir tür gereksinim olarak algılanması mümkündür. Tek sorun yüce varlık ile birebir iletişimin sözkonusu olmamasıdır. Ancak bu durum kolayca gözardı edilebildiğinden fazla bir önem arzetmez.

Sınırlar biz onları oraya koyduğumuz için oradalar. Kumlu bir yüzeyde bir yerde durup elimizdeki sopa ile çevremize bir daire çizdiğimizde güvendeyizdir. O dairenin içine hiç bir kötü güç ve tehlike giremez. Bu durum şüphesiz doğru değildir. Ancak biz onu bu şekilde düşünerek durumu kabulleniriz. Güvende olmak bizi mutlu kılar. Çevrenizdeki insanlar böyle sanal küreler içerisinde yaşarlar. Çünkü bu durum onları mutlu etmektedir. 

Sınırlar insanı mutlu etse de gelişmenin ve ileri gitmenin yolu sınırları aşmaktan geçer. Çünkü gerçekte olmayan bu sınırlar içerisinde yaşarken mutlu olsa da insan sınırların dışında ne olduğunu merak eder. Sınır ne kadar güçlü ise aşmak o kadar zordur. İçeride mutluluk ve güven vardır. Dışarısı ise bilinmemektedir. Şeytan o sınırın dışındadır. Sizi dışarı çağırır, çünkü içeriye girememektedir. "Gerçekte olmayan sınırların şeytan gibi güçlü olduğunu düşündüğümüz bir varlık tarafından aşılamaması mümkün müdür?" diye düşünmeyiz bile. Oysa büyük ihtimalle bu bir yanılgıdır. Yine de sınırlar içerisinde yaşayan çok sayıda mutlu bireyin varlığı bir gerçektir. Bilebildikleri kadarıyla hayatı anlama şekilleri, kendi gerçekleri ve duydukları sanal güven yüzünden mutludurlar. 


Peki dairenin içerisinden çıkmalı mı?

Gerçekte orada olmayan bir dairenin içinden çıkmak? Aslında orada olmadığını kavradığınızda içinden çıkmış olmaz mısınız? Bedeli ağır olabilir! Güven duygusunun yerini endişe ve korku alabilir. Ya da özgürlük hissi. Sonuçta, tümü kafanızın içerisinde gerçekleşen algılardan ibarettir. Sorgulamaya ve cevaplar bulmaya başladığınızda dairenin dışına çıkarsınız. Orada sizi bekleyen şeytan ile yüzleşmek ve onu altetmek belki de düşündüğünüzden çok daha kolay olabilir. Sorunun cevabı aslında oldukça yalındır. "Evet o dairenin içinden çıkmalısınız".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yatay Zeka

Bir süredir Suno.com (#reklam değil) ile oynuyorum. Önce bir Eurovision taşlaması rock şarkı yaptım . Aslında öylesine pek ne yaptığını anla...