Aklıma bir şey geldi mi, bir yerlere yazmam gerekiyor. Yoksa unutuyorum. Ne bileyim, mesela yolda yürürken 15 dakika falan düşünüp, bulduğum yazı başlığını "bir yere yazmayayım canım, unutmam nasılsa" diye düşünüyorum. Yaklaşık iki saat sonra klavye başına oturduğumda: Tısssss.
Neyse ki, bu durum yeni değil, kendimi bildim bileli bu durum böyledir. 5-6 yaşlarındayken parkta tanıştığım yaşıtlarımla yaşadığım bir durum aynen şöyleydi: Yeni tanıştık, adlarımızı birbirimize söyledik. Az sonra tam yeni arkadaşıma bir şey söyleyeceğim. İşte o an isim falan kalmamıştır aklımda. Seslenirim "arkadaş!" :)
Şimdilerde aynı durum şu şekilde gerçekleşiyor. İş yerine biri iş için ziyarete geliyor. Atıyorum kafadan bize bir şey satmak istiyor ya da bir hizmet vermek çabasında. Tanışıyoruz elimi sıkarken adını söylüyor ben de daha önce söylemediysem benimkini. Eller bırakıldığında karşımdakinin adını genellikle unutmuş oluyorum. Neyse ki kartvizitler var :)
İşin garip tarafı yüzleri hiç unutmam. Gerçi yılların tahribatı sonrasında aklımda kalan halleri ile alakası olmayan tanıdıklar söz konusu olunca bunun da bir işe yaramadığı ortada. İş nedeniyle 2000'li yıllarda tanıştığım Bora isimli bir arkadaş vardır. Geçenlerde kırtasiyede karşılaştık. Ben tanımadım ama o beni tanıdı. Görünüşü o kadar değişmişti ki, karşımdaki uzunca saçlı, yapılı, sakallı, aristokrat görünümlü orta yaşlı adamı tanıyamadım tabi. Ben onu hala 10 sene önceki zayıf, genç, prezantabl hali ile hatırlıyorum zahir. Belki de bu yüzden eski tanıdıklarımı görmekten pek haz etmem. Benim hatırladığım halleri ile ilgileri kalmadığı için. Neyse ki her sabah kendimi aynada görüyorum da aynı etkiyi yapmıyor. Yoksa, ben de yılların aşındırıcı etkisinden payıma düşeni aldım.
Neyse, yazmak, unutma karşısında alınabilecek en iyi önlem gibi görünüyor. Yazmadıklarım kaybolup gidiyor çünkü. Bu blog girişini de bu yüzden yapıyorum.
Hatta yaptım bile :)
Görseli çizerken şu blogdan aşırı esinlendim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder