18 Ocak 2009 Pazar

Helinaportal Kaos Makinası - Bölüm 1

Bölüm 1 Kupa Bölüm tuvaletinin kapısı hızla açılırken, kapının duvara çarpan kolu duvardan küçük bir porselen parçası daha koparttı. Profesör Ergir ÇAĞDAŞ, hızlı adımlarla favori klozetinin bulunduğu sonuncu tuvalet bölmesine yöneldi. Üniversitenin öğretim üyelerine ayrılmış def-i hacet dolabı (öğretim üyeleri kendi aralarında öyle söylüyorlardı) o gün de her zamanki gibi naftalin ve sidik karışımı kokuyordu. Profesör belli belirsiz, "adamlar atomu parçacıklarına ayırmak için çalışıyorlar ama halen yere damlatmadan işlerini göremiyorlar" diye söylendi. Gerçi kaçınılmaz olarak, fizik kuralları gibi erkek fizyolojisine ilişkin kurallar kusursuz işliyordu. Göbek çevresi yaşla bağlantılı olarak genişlerken, erkeklik organı da adeta giderek küçülüyor, görünmez oluyor, dolayısıyla hedef tuturmak da güçleşiyordu, prostat da cabası. "Bu kadar yaşlı adamın arasında işim ne?" diye bir kez daha sinirli sinirli kafasını salladı. Tuvalet bölmesinin kapısını kapatıp kapının kilidini çevirdi. Zaman zaman bir anlamda sığınma mekanı olan tuvaletin bölmesinde kendisi ile başbaşa kalmıştı işte. Burası genellikle koşuşturma ile geçen günler içerisinde durup, düşüncelerini, projelerini, hayatını gözden geçirdiği yerdi. En çok da başarısızlıkla biten altı buçuk yıllık evliliğini. Birden kafasındaki özel hayatına ilişkin düşünceler belirsizleşip yerine üzerinde çalışmakta olduğu projenin detayları akmaya başladı. Tüm hesaplar tamam olmasına tamamdı da, quantum mekaniğinin puslu yasaları bir türlü istediği sonucu elde etmesine izin vermiyordu. Birden 2000'li yıllardaki CERN macerası aklına geldi. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) için yıllarca emek vermiş ve zaman zaman bir fizikçiden çok, bir inşaat işçisi gibi çalışmıştı. 10 Eylül 2007 tarihinde asrın deneyi için başlama vuruşu yapıldıktan sonra bilgisayar sisteminin karşısında dona kalışı aklından çıkmıyordu. Sistemdeki açıktan faydalanıp LHC'nin (Compact Muon Selenoid) CMS detektörünün www.cmsmon.cern.ch adresinde tutulan sitesine saldırıp gönderdikleri alaycı mesajlarla sistemdeki açıktan dolayı dalga geçen Yunanlı hacker grubu (kendilerine Yunan Güvenlik Takımı diyorlardı) "burada da mı buldunuz bizi belalı komşularım" dedirtmişti. Gerçi deneyle ilgisi olmayan basit bir web sunucusunu bir süreliğine ele geçirmişlerdi ama gene de tüm dünyanın dikkati deneye odaklanmışken böyle bir olay yüzünden haftalarca meslektaşlarının alaylı mesajlarına cevap yazmak zorunda kalmıştı. Oysa deneyin gerçekleşmesini ve sonuçlarının alınmasını izleyen yıllarda "Kara Madde Enerjisine İlişkin" edinilen bilgilerin ışığında fizikte çok yol almıştı. Helina ile İsviçre'de tanışıp kısa süreli bir birliktelik sonrası evlenmişlerdi. Tipik Finli kadın gerek fizik konusundaki bilgisi, gerek güzelliğiyle bir anda hayatını değiştirmişti. Kadının evlilik sonrası birkaç yıl içerisinde çılgın bir cadıya dönüşmesi dışında hayatlarında yanlış giden hiç bir şey olmamıştı bir bakış açısıyla. Aynı ortamda çalışmak ve ikisinin de insan üstü bir ihtirasla bağlı oldukları meslekleri ve tonlarca ortak konu evliliklerini ayakta tutmaya yetmemişti işte. Gene de Büyük Hadron Çarpıştırıcısından 2009 sonbaharında elde edilen verileri, O olmasa değerlendirip işe yarar hale getirmek bu kadar kolay olmazdı diye düşündü. Birden iki yan taraftaki bölmeden gelen sifon sesiyle tüm düşünceleri dağılıverdi. Yakından gelen ses okkalı bir küfür salladı. Dayanamayıp seslendi: "hayrola Ercan bey ne oldu?" Cevap tereddütlü ve titrekti. Ergir hocam, kusura bakmayın orada olduğunuzu bilmiyordum fermuar elimde kaldı da... Ercan, gelecek vadeden bir elektronik mühendisiydi. Onu birlikte üye oldukları amatör telsiz derneğinde tanımış yanına asistan olarak yetiştirmek üzere almıştı. Gerçi bunda yakın zamanda ordudan aldığı araştırma projesinin de etkisi yok değildi. Şevkatli bir sesle "oğlum git laboratuvar önlüğünü giy, akşama kadar da çıkartma, üzüldüğün şeye bak" dedi. Ercan, "Hocam sağolun, iyi fikir" diye seslenip tuvaletten çıkıp gitti. Çarpan kapının bir parça porselen daha koparttığını temizlikçiler gelene kadar kimse fark etmeyecekti. Tekrar düşüncelere daldı Ergir hoca. Ordudan gelen teklifi tereddüt etmeden kabul etmişti. Kara madde enerjisinin evrenin en gizemli sırrı iken, bir anda atomlar arası bağlanmayı sağlayan ve daha önce bir türlü çözülememiş hali, CERN deneyinden sonra az da olsa anlaşılmıştı. Helina ile üzerinde uzun geceler boyu çalıştıkları tek konu bu değildi, ama birlikte kara madde enerjisinin anlaşılmasında dünyanın önünde gittikleri kesindi. Kara madde enerjisiyle bir arada duran atomları lokalize edip oluşturduğu maddeyi parçalamak ve bu atomları bir enerji transferi ile evrenin başka bir tarafında tekrar birleştimek mümkün görünüyordu. Deneylerde bir miktar başarı da elde edebildiler, mikroskobik büyüklükte bir kaç mikron kalınlıkta kompozit malzemeleri atomlarına ayırabildiler ama transfer konusunda pek bir ilerleme kaydedemediler. En azından madde atomlarına ayrılıp bir yerlere gidiyordu da nereye gittiği belli değildi. Başarısız evliliklerinin ardından Ergir hoca daha fazla duramadı İsviçre'de. Yurda döndü. Ah o kahve kupası yok muydu? Helina'nın en sevdiği kahve kupasını yanlışlıkla kırdığı gün sonun başlangıcı olmuştu. Helina ona "işe yaramaz, düşüncesiz, hımbıl ve tembel Türk'ün tekisin" demişti. O da, "Finli cadı, git kazanından başka bir kupa çıkart, onu kullan" deyivermişti. Son zamanlarda deneylerde kahve kupası kullanmasının asıl nedeni de buydu ama asistanlardan kimse cesaret edip nedenini soramıyordu... Yurda döndükten sonra üniversitedeki bölümüne başvurmuştu. Bir yıllık anlamsız bir kadro bekleyişinin ardından fizik kürsüsünde açılan doçent kadrosu, sıfırı tüketmek üzereyken tam zamanında yeniden hayata döndürmüştü onu. Birkaç yıl sonra dış yayınlarından birinde yayınladığı "Kara Madde Enerjisinin Evrendeki Yeri ve Madde Enerji Dönüşümü" başlıklı makalesi ordunun dikkatini çekmişti. Çoğu fizik ve mühendislik eğitimi almış meraklı ve zeki bakışlı üst rütbeli kurmayların arasında bulmuştu kendini. Dört saat boyunca anlattıklarını büyük bir ilgiyle göz kırpmadan dinlemiş olan gruptan Albay Okan Türkyılmaz, "hocam, maddeyi nereye transfer ettiğiniz bizim çok fazla ilgimizi çekmiyor, aslına bakarsanız bunu siz de tam olarak bilemiyorsunuz, doğru mu?" diye sorduğunda bozulduğunu farkettirmeden "eee teorik olarak haklısınız Okan Albayım, yanlız..." devam edemeden Okan Albay babacan bir tavırla ayağa kalkıp yanına yaklaşmıştı bile. "Dostum farkında değil misin, dünyanın yenilmez ordusunu yapmak için müthiş bir fırsat var elimizde!". "Sen sadece bize yönelen tüfekleri yok et yeter." deyivermişti. Tam kem küm ederken, "bunun için tüm imkanları ve çalışma ortamını sağlarız, sen yeter ki bizim istediğimiz yenilmezlik gücünü ortaya koy" sözü kafasında şimşekleri çaktırmıştı. Yenilmez bir ordu, savaşların bitmesi ve dünya barışının sağlanması için, bilimin katkısı çözüm olabilir miydi? 2020'li yıllar olmasına rağmen bitmek tükenmek bilmeyen enerji savaşları, zincirleme ekonomik krizler, Ortadoğu'nun haritasını hallaç pamuğu gibi atmış, Türkiye de bundan payına düşeni almıştı. Özellikle Türkiye üzerindeyken düşürülen ABD başkanının uçağı ve ölen başkandan sonra iktidarı yeniden ele geçiren Cumhuriyetçiler, enerji için daha önceki yıllarda yaptıkları gibi milyonlarca insanı özgürlüklerine kavuşturmuşlardı. Oysa sınırsız enerji her an bizimleydi. Bunu kullanmanın yolunu bir bulabilseler, bilim insanları dünyaya barışı getirebilirlerdi. Zaman zaman, "teorimdeki eksikleri kapatıp deneyle bunu bir kanıtlasam" diye düşündüğü anlardan biri gelmişti gene. Umarım Einstein'ın beyninin akıbetine benimki de uğramaz diye kibirli kibirli düşündü tuvalet kağıdını kovaya atarken. Öldükten sonra, beyninin kavonozda saklanmasının insanlığa bir faydasının olmayacağını geçirdi aklından. Ellerini yıkadı ve tuvaleti terk etti. Bu defa kapının kolu duvara çarpmamıştı. *** Odasında çalışırken içeri dalan genç asistanı Hacer'in sesi ile kafasını kaldırdı. Kadın, güzel, alımlı ve giyiminde de bunu tamamlayan hali ile her seferinde aklını çelmekteydi ama geçmiş deneyimleri onu ister istemez engelliyordu. Gene de daha önceleri olduğu gibi bir an ortaya çıkıvermişti işte, Ergir hocanın yaşlı gözleri Hacer'in omzundan görünen ince askıda kala kalmıştı. Bir anda aklından geçmekte olan düşünceler Hacer'in heyecanlı sesi ile dağılıverdi. "Afedersin dikkatim dağıldı ne diyordun?" diye soru dolu gözlerle heyecanlı heyecanlı konuşan genç kıza dikkatini verdi Ergir Hoca. Kız tekrarladı: "Hocam sanırım yeni bir kupa almanız gerecek, Ercan sizinkini paraladı"... Donmuş bir zaman diliminde geçen koşuşturmanın ardından laboratuvarda deney setinin ucunda kulpu ve tabanı kusursuzca kesilmiş gibi duran düz beyaz porselen kupa çevresinde toplanan ekip üyeleri yana çekilerek Ergir hocaya yer açtılar. Ergir hoca heyecanla sordu: Ercan nasıl becerdin? "Hocam, her zamanki yöntemi uyguluyordum yanlız bu defa tüm asistanlar deneyi izliyorlardı. Sanırım "gözlemci etkisi" sonucu quantum mekaniği yasalarının esneyeceği tuttu" dedi. Kupadan geriye kalanlara bakarken: Saçmalama kerata, ne yaptıysan tekrar yapmalısın ve bu defa neler, nasıl olduysa nedenini bulmalıyız" dedi Ergir hoca, Sonra arkasına dönüp yan odadaki deney kayıtlarını tutan bilgisayarların başına yöneldi. Diğer taraftan da hala olay bölgesinde olanları anlamaya çalışan asistanına seslendi "Ercan, bana bir kupa borçlusun!" Devam edecek... Not: Bu hikayedeki olaylar ve insanlar hayal ürünüdür. Gerçek hayattaki olası olaylar ve kişi isimleri ile benzerlikler tamamen rastlantısaldır. (Hep bunu yazmak istemiştim.)

1 yorum:

  1. (Tuvalete)Giriş bölümüne tümüyle katılmamak elde değil. Sabah Teknokent'teki ofise adeta sığınıyorum; genç bilimcilerin, girişimcilerin neyle beslenerek, tüm oda kokularını hangi baskın aromayı üreterek becerdikleri, gerçekten beni bilimsel bir hırsızlığa sürüklemekte gün be gün. Ya ücretleri düşük samana talim ediyorlar ya da evde soğan sulu tarımına başlamışlar. Önümde yıllardır bekleyen proje "püskürtmemeç". Ergonomik bir aparat, hijyenik, ucuz, kolay kullanımlı, yaygın, parça sıkıntısı yok, çevreyi kirletmiyor. Herşey düzgün anlayacağın, bir tek alıcı olacakların ruhlarının eylemin abes olmasına direnişi. Yani kullanıcı bir türlü müşteri olmayı beceremiyor. Hani; o güzelim tiyatroda, birden nefeslerin heyecandan değil de yayılan sıcak, ahırımsı kokudan tutulduğu anda, tüm seyircinin koltuk altlarında garip bir sesle vraklayan kurbağayı araması gibi. Olması elzem, ancak satılamayan bir üretim olduğundan doğaldır kabul görüp onay alamıyor, imzalayanların da aynı dertten müzdarip olmasına karşın durumu kabullenmede zorluk çekmelerinin çıkmazında.
    Kısaca: o işin iki ucu kirli değnek, hiç bulaşma bence, önce dostun hançerler bu konuda seni gizlice...
    Bırak, CERN e olan katkımız; duyulan ayak sesinden değil, kokusundan anlaşılsın...
    Sevgilerimle...
    ahb

    YanıtlaSil

Hafıza ve Kimlik: İnsanı İnsan Yapan Nedir?

İnsan nedir? Nasıl olmuş da farkındalık kazanmış? Peki bu farkındalık ne kadar değerli? Hafızamız olmadan bir değerimiz var mı? Henüz geneti...